101 Büyük Liberal Düşünür

1 | Giriş

Kitabın Konusu

Bu kitap, antik çağlardan günümüze kadar uzanan süreçte bireysel özgürlükle alakadar olmuş bazı öncü düşünürlerin yaşamlarını ve görüşlerini kısaca anlatır.

Tüm bu liberaller –kelimenin Avrupa’daki (Amerika’daki değil) bağlamını kullanacak olursak– bireysel özgürlüğü azamiye çıkartarak güç kullanımını asgariye indirmeyi siyasî, toplumsal ve iktisadî yaşamın öncelikleri olarak görür. Ancak bunun nasıl başarılacağı ve devletin rolünün büyüklüğü konusundaki kesin görüşleri farklılık gösterir. Bir kısmı devlete çok az ihtiyaç duyulduğunu ya da hiç ihtiyaç duyulmadığını düşünmektedir. Birçoğu ise devlet otoritesinin özellikle savunma, iç güvenlik ve adaletin sağlanmasında gerekli olduğunu öne sürerken diğerleri toplumsal ve iktisadî yaşamda hükümetin daha büyük bir rolü olduğu kanısındadır.

Kitabın Muhatabı

Bu kitap öncelikli olarak siyaset, hükümet, toplumsal kurumlar, kapitalizm, haklar, özgürlük ve ahlak konularında kamusal müzakereye ilgi duyan ve müzakerenin özgürlük yanlısı tarafını anlamak isteyen izan sahibi serbest okuyucular içindir. Özgür toplumun ilkelerini büyük ölçüde anlamış fakat bu kavramı şekillendiren fikirler, düşünürler ve düşünce okulları hakkında daha fazlasını bilmek isteyenler için tasarlanmıştır. Bu bilgiyi akademik tarzda dipnotlar, alıntılar ya da terimler dizini olmadan sade ve basit kelimelerle sunmayı amaçlar.

Mamafih kitap, okula ve üniversiteye giden iktisat, siyaset ve felsefe talebeleri için de bir takım radikal fikirler ve düşünürlere giriş mahiyetindedir. Burada, toplumun nasıl yapılandırıldığı ve yapılandırılması gerektiği konusunda okuyucuyu bilinçli ve tenkidî müzakereye sevk edecek bol bol bilgi mevcuttur.

Kitabın Tertibi

Liberal düşünce esaslarının temel öğelerini yerleştirdikten sonra kitap, doğum tarihi sırasına göre liberal düşünürlerin fikrî hatlarını çizer. Bu, okuyucuya, liberal fikirlerin serencamına ilişkin bazı izlenimler verir. Fakat liberal düşüncenin güzergâhı dümdüz değildir. Liberalizm belirlenmiş bir öğreti değil, süregelen bir müzakereler dizisidir. Bir hususta evvela bir ilerleme olur, sonrasında bunu –ta ki başka düşünürler başka yönleri gösterene kadar– bir duraklama dönemi izler. Bazı düşünürler ise ilave mahiyetinde fikirleriyle konulara çokça katkıda bulunmuştur. Yani, liberalizm düşünürlerini sıralamanın mükemmel bir yolu yoktur. Lâkin bu kitabın amacı, bireyleri ve katkılarını kısaca anlatmak olduğu için kronolojik bir yaklaşım seçilmiştir.

2 | Liberalizm ve Liberal Düşünürler

u kitaptaki düşünürler, çoğu Amerikalı’nın ‘liberaller’ olarak adlandırdığı kişiler değildir. İki grup da kişisel özgürlüğün önceliğini müdafaa ederken, Amerikalı liberaller bunu başarmak için toplumsal ve iktisadî yaşamda daha fazla devlet müdahalesini destekler. Söz konusu müdahaleler refah veya gelirin yeniden dağıtımını, geniş çapta kamu malı tedarik etmek, pazarları düzenlemek ve insanları kendi eylemlerinden korumak suretiyle işçi ve sanayiler için özel destek ve koruma teşebbüslerini da kapsayabilir.

Burada sıraladığımız liberaller başkalarının refahını pekâlâ düşünüyor olsa da bu tarz politikalara karşı ihtiyatlıdır. Onları özgürlüğe karşı bir tehlike olarak –yetkililere çok fazla erk vermek ve vatandaşlara özgür yetişkinlerden ziyade bağımlı çocuklar gibi muamele etmek– görür ve devlet müdahalesinin beklenmedik yıkıcı sonuçları olabileceğine (ekseriyetle olur) inanır.

Liberal Ne Demektir?

Liberalleri bu manada birleştiren bir takım temel ilkelerden bahsedilebilir.

Özgürlüğü azamiye çıkarmak: Liberaller bireysel özgürlüğü azamiye çıkarmaya çalışmak gerektiğine inanır. İnsanlar istedikleri yerde ve istedikleri şekilde yaşamaya, inançlarını seçmeye, kendilerini serbestçe ifade etmeye, birbirleriyle ticaret yapmaya, bir araya toplanmaya, siyasette yer almaya, mal sahibi olmaya, ürettiklerini elinde tutmaya ve keyfi tutuklanma, alıkoyulma veya zarar görme tehlikesi olmadan yaşamaya özgür olmalıdır. Diğer bireyler ya da yetkililer tarafından sadece gerekli asgari kısıtlamayla muhatap olmalıdır.

Bireyin önceliği: İkinci olarak liberaller bireyi topluluktan daha önemli görür. Yalnızca bireylerin istekleri, gayeleri ve menfaatleri vardır. Grupların yoktur. Onlar, sadece bir araya gelmiş bir bireyler topluluğudur. Bireylerin menfaatlerini bazı yetkililerin, uzmanların ya da siyasî liderlerin toplumun menfaati addettiği şeylere kurban ettiğimizde bireyler tahakküme maruz kalır.

Hoşgörü: Üçüncü olarak liberaller hoşgörüyü –inanların eylemlerini sırf onları tasvip etmiyoruz ya da onlara iştirak etmiyoruz diye kısıtlamamayı– savunur. Herkes, başkaları bu fikirleri ve yaşam tarzını ahlaksızca ya da rahatsız edici bulsa da kendi fikrini taşımaya, aklındakini söylemeye ve tercih ettiği gibi yaşamaya, özgür olmalıdır. İnsanlar, diğerleri onları huzur bozan kaçıklar olarak görse bile, dernek, sendika ve siyasî partilerde toplanmaya özgür olmalıdır. Geniş kesimler tarafından tasvip edilmeyen mal ve hizmet alışverişlerini (uyuşturucu, kumar, ve seks işçiliği de dahil) yapmaya ve büyük çoğunluk reddetse de inandıkları dinin ibadetlerini yerine getirmeye özgür olmalıdır.

Cebiri asgariye indirmek: Dördüncü olarak liberaller, cebri (zor) asgariye indirmeyi temenni eder. İnsanların başkalarına hükmetmek için güç ya da güç tehdidi kullandığı bir dünya değil, barışçıl şekilde anlaştığımız bir dünya ister. Devletin yargı mercii vergilendirme, ceza kesme, hapsetme ya da başka cebrî uygulamaların gerekli asgari düzeyde tutulmasını sürdürmekle görevlidir. Lord Acton’ın da belirttiği gibi erk, yozlaştırma temayülündedir.

Temsilî ve sınırlı devlet: Beşinci olarak, liberal yelpazedeki bazı liberaller devletin hiçbir şekilde faydalı olmadığını düşünürken, çoğu liberal devlete önemli bir rol biçer. Ancak bu sınırlı –bireyleri, ülkenin içinden ve dışından maruz kalabilecekleri şiddet ve hırsızlığa karşı müdafaa etmek, şiddet ya da hırsızlık vuku bulduğunda adaleti tesis etmek gibi– bir roldür.

Katî kuralların ne olacağına ve nasıl tatbik edileceğine karar verenlerin seçilmesinde çoğu liberal, temsilî ve anayasal demokrasiyi müdafaa eder. Bunun, devlet yetkisinin, yalnızca onu oluşturan bireylere dayanmasını vazıh kıldığını söylerler. Devlet onların efendisi değil hizmetkârıdır. Resmi gücün nasıl kullanılamayacağını belirten bir anayasa ve temsilcilerin göreve devamını ya da görevden alımını belirleyecek serbest seçimler, bu ilişkiyi korumada şimdiye kadar bulunmuş en iyi yöntemlerdir.

Hukukun üstünlüğü: Altıncı olarak liberaller hukukun üstünlüğünde ısrarcıdır. Kanunlar herkese cinsiyet, ırk, din, dil, soy ve alakasız diğer özelliklerden bağımsız olarak aynı şekilde tatbik edilmelidir. Ayrıca sade vatandaşa tatbik edildiği gibi devlet görevlilerine de tatbik edilmelidir. Bu ilkeyi güvence altına almak ve iktidardakilerin yasaları kendi çıkarlarına göre işletememesini sağlamak için, eşit muamele, ihzar emri, jüri yargılaması, hak olunan süreç ve suçla orantılı ceza gibi yargısal ilkeler gözetilmelidir.

Kendinden doğan düzen: Yedinci olarak liberaller, insan kurumlarının bilinçli planlamadan ziyade kendiliğinden ortaya çıktığını öne sürer. Kimse pazar, fiyat sistemi, para, dil, adalet kuralları ve teamül hukukunu özellikle icat etmemiştir. Bunlar, yarar sağladığı için tamamen kendiliğinden gelişmiş ve sayısız bireylerarası etkileşim sonucu meydana gelmiştir.

Tıpkı çayırın öbür tarafına kolayca geçmek isteyen insan selinin izlediği yol gibi, bu tarz kurumlar insan tasarımının değil, insan eyleminin bir mahsulüdür. Oluşumunda ve idaresinde kılavuzluk yapacak yetkililere ihtiyaç duymayan bu kurumlar son derece karmaşık yapılar olup kendiliğinden doğan düzenin emsalleridir. Hakikaten de devletin tasarrufu, bunları akla dayandırmaktan çok sekteye uğratma yönündedir.

Serbest piyasa: Sekizinci olarak liberaller zenginliğin, piyasanın kendiliğinden doğan düzeni içerisinde bireylerin karşılıklı işbirliği ile oluştuğunu ileri sürer. Refah bireylerce yapılan icat, yaratım, tasarruf, yatırım ve karşılıklı faydaya dayanan mübadele aracılığıyla gelir. İktisadi düzenimiz dürüstlük ve mülkiyete saygı gibi basit kurallardan doğar.

Sivil toplum: Dokuzuncu olarak liberaller, gönüllü cemiyetlerin insanların sosyal ihtiyaçlarını devletten daha iyi giderdiğine inanır. Bireysel önceliği vurgulamanın yanı sıra onların aile ve grup (kulüp, cemiyet, sendika, din, okul, sanal topluluk) üyeleri olduğunu da kabul eder. Sivil toplumun kendiliğinden oluşan bu kurumları, bize, merkezî devletlerce tasarlanan kullanışsız kurumlardan çok daha fazla işbirliği şansı sunmaktadır.

Erke ilişkin şüpheler: Son olarak liberaller siyasal erkin yozlaştırıcı etkilerinden kaygı duyar. Özgür toplum için en büyük sorunun erk dağılımı değil, erk sahiplerinin sınırlandırılması olduğunun farkındadır. Siyasetçi ve resmi görevlilerin melek ya da kamusal menfaatin tarafsız savunucuları olmadığını bilir.

Liberal Düşünür Ne Demektir?

Hülâsa, liberaller kendiliğinden doğan ve gelişen bir düzenle beraber karşılıklı saygı, hoşgörü, barış, işbirliği ve özgür insanlar arasında gönüllü mübadeleye inanır. Çoğunluğu, bunu, bireylerin güçlü ve güvenilir bir adalet sistemince korunan temel haklarına (yaşam, özgürlük, mülkiyet edinme) dayandırır. İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve hukukun üstünlüğünü desteklemekle birlikte, bireysel özgürlükleri ihlâl eden yetkilileri engellemek adına devlete sınırlar getirilmesini de destekler. Lâkin liberalizm geniş bir görüş yelpazesi olarak kalmaya devam etmekte ve liberaller birçok mevzu üzerinde fikir birliğine varamamaktadır.

Temel Klasik Liberal Tartışmalardan Bazıları

Liberaller için temel soru, ‘bir bireyin özgürlüğüne gem vurmayı haklı kılacak şey (eğer varsa) nedir’ sorusudur. Açıkça, insanların her istediğini yapmasına izin verilemez, çünkü bu, başkalarının benzer özgürlüklerine halel getirilmesi demektir. Örneğin, yumruğunu sallama serbestiyetin burnumun ötesine geçemez. Aynı sebepten, insanlar, başkalarına, hırsızlık, sahtekârlık ya da fiziksel saldırı aracılığıyla zarar vermekte özgür olamaz. Fakat çoğu liberal, kamu yararı için, özgürlüğe ek kısıtlamalar (savunma, adalet ve kamu çalışmaları için vergi ödemeye zorlamak ya da diğer insanların hava ve suyunun kirletilmesini önlemek) getirilmesi gerektiğini kabul eder.

Özgürlük ve kamu yararı: Kamu yararına ulaşmak için, öncelikle kamu yararının tam olarak ne olduğu, ona kimin karar verdiği ve erişilmesi için ne tarz kısıtlamalara gidilmesi gerektiği gibi sorular ortaya çıkmaktadır. Liberallerin bunlara farklı yanıtları vardır: Bazıları, ‘toplumsal yararın’ özgürlük alanında muhtelif kısıtlamalar gerektirdiğini savunurken diğerleri bu tarz engellerin hiçbir haklı gerekçesi olamayacağını savunur. Ancak liberaller, varılacak neticenin özgürlük lehine olması ve özgürlüğü kısıtlamaya çalışanların ikna edici sebepler sunması gerektiği konusunda hemfikirdir. Ayrıca bu meselelere devletin karar vermesinin mantıksız olduğunda da mutabıktır, çünkü devletler ‘daha fazla devlet, daha az özgürlük’ savunucusu olma temayülündedir.

Hakların tabiatı ve sınırı: Bazı liberaller bireysel hakların özgürlüğü kısıtlama ölçeğini belirlediğini öne sürer; yaşam, özgürlük, vicdan ve mülkiyet haklarına, devlet de dahil, kimse tarafından halel getirilemeyeceğini vurgular. Fakat bu, aynı zamanda bu hakların neler olduğu, bunlara kimin karar verdiği, hakların nereden geldiği, başkalarını nasıl yükümlü kıldığı, ne zaman feshedilebileceği ve hakları meşrulaştıranın ne olduğu gibi önceden bahsettiğimiz soruları gündeme getirir.

Bazı liberaller hakları, insanlığın bir parçası olarak görürken, diğerleri onların toplumsal yararı ya da genel mutluluğu meşrulaştırıldığını düşünür. Diğer liberaller onları, bizi sınırsız devletin tahribatından koruyan ahlaki ilkeler (tartışmaya açık ilkeler olsa da) olarak değerlendirir. Başka liberaller ise hakların aslen var olup olmadığını sorgular. Fakat bireysel haklar fikrini benimseyenler, hakların yalnızca istisnai şartlarda askıya alınabileceği ve herhangi bir ihlâlin mutlaka iyi gerekçelendirilmesi gerektiğinde birleşir.

Erkin Zaptı: Çoğu liberal, devletin güç kullanımına biçilen bazı roller olduğuna inanır. Bu da otoritenin amaçları, sınırları ve o sınırlar içerisinde nasıl tutulacağı konusunu akla getirir. Binaenaleyh, liberaller, devletin keyfi güç kullanımına mâni olması açısından hukukun üstünlüğünü destekler. Bazıları, devletin, yetkisini sadece hizmetkârı olduğu kişilerden aldığını ve yetkilerini aştığı anda o bireylerin yasal yollarla başkaldırabileceğini savunur. Ancak sorumuz burada tekerrür etmektedir: Tam olarak ne zaman?

Bu ve benzeri soruların hiçbirine bulunmuş kesin cevaplar yoktur. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da, liberallerin uzun zamandır bu cevapları güncel ve faal bir şekilde müzakere ettiğidir.

3 | Antik Çağda Liberal Düşünürler
Liberalizmin Antik Kökenleri

Özgürlük, evrensel bir kavramdır. Taoizm’den İslam ve Budizm’e, dünyanın dört bir yanında Asya’dan Orta Doğu ve Batı’ya kadar neredeyse her dinde ve kültürde sağlam kökleri vardır.

Çinli Antikçağ âlimi [1] Laozi (bazen Lao-Tzu ya da Lao-Tze olarak anılır) (~M.Ö. 600) Taoizm’in kurucusudur. Yol ve Erdem adlı eserinde insan hayatının, farklı güçler arasındaki karmaşık muvazenenin bir neticesi olduğunu ileri sürmüştür. Bu muvazeneye müdahale eden bir yöneticinin istenmeyen neticelere yol açma tehlikesi vardır. ‘Her şeye karışıp, her şeye ilişmek işe yaramayacak ve tek neticesi sükût-u hayal olacak’ demiştir.

İnsanlar kanun ya da zorlama olmadan uyum içinde yaşar…. Yasaklar arttıkça insanlar daha da fakirleşir. İlan edilen kurallar arttıkça, daha fazla hırsız ve eşkıya ortaya çıkar. O yüzden bilge bir yönetici der ki: ‘Hiçbir şeyi amaç güderek yapmam; insanlar kendilerini dönüştürecektir. Bir şey yapmadan önce beklerim çünkü doğru yolu onlar kendileri bulur. Kendime dert edinmem, insanlar kendi kendilerine zenginleşebilir…’

Avrupa’da, Antik Yunan ve Roma, liberal toplumlar değildi. Demokratik Atina’da bile, aslında kararları veren yalnızca küçük bir azınlıktı. İnsanların kişisel menfaatlerini devletinkilere tâbi kılması bekleniyordu. Yine de önde gelen Atinalılar liberal fikirleri dile getirmiştir. Örneğin, bir askeri general ve hatip olan [2] Perikles (M.Ö. 495-429), farklılıklara rağmen kanunların herkese eşit adalet dağıtması gerektiğini söyler, komşulara karşı hoşgörü çağrısında bulunurdu. Serbest ticaret ve serbest dolaşımın faydalarına dikkat çekmişti: ‘Düşman gözler yer yer rahatlığımızdan istifade etme fırsatı buluyor olsa da şehrimizin kapılarını dünyaya ardına kadar açıyor ve yabancıları, alışılmadık hareketlerinden dolayı asla öğrenme ve gözlemleme imkânından mahrum etmiyoruz.’ Bu eşitlik, hoşgörü ve açık fikirliliğin Atina’yı örselemediğine, aksine onu daha da büyüttüğüne inanmıştır.

Çin’e geri dönecek olursak, etkili filozof [3] Zhuang Zhou ya da Zhuangzi (M.Ö. 369-286), bilgimizin sınırlı ve değerlerimizin kişisel olduğunu savunmaktaydı. Modern liberaller bunları, yetkililerin insanın hayatına niçin müdahale etme cüreti göstermemesi gerektiğinin önemli sebepleri olarak görmüştür. Zhuang Zhou ise şu kanaate varmıştı: Dünya, ‘idare edilmeye ihtiyaç duymaz, esasen idare edilmemelidir de’.

Hindistan’da hükümdar [4] Büyük Asoka (M.Ö. 304-232) da özgürlük, sorumluluk, siyasî ve dinî hoşgörüye vurgu yapmıştır. Belki de karşılıklı saygı ve huzurun savaştan daha âlâ olduğu kanaatini getirerek, bunu, kendi karmaşık toplumunu oluşturan çok sayıda grup(Brahmanlar, Samanalar, Kşatriyalar) ve fikirler(Budizm, Jainizm, Ajivikizm) arasındaki gerilimi düşürmenin bir yolu olarak görmüştür.

Ortaçağda Özgürlük Fikirleri

İngiltere’de beşinci asırdan itibaren Anglosaksonlar gelişmiş bir mülk kullanım hakkı sistemi kurmuştu. Monarşi de kısıtlanmıştı; bazı krallar asillerden oluşan ve kralın erkini de sınırlayan danışma meclisi tarafından atanıyordu. Bu haklar ve kısıtlamalar, 1066’da istilacı Normanlar’la beraber süpürüldüyse de 1215’te, mülkiyet hakları ve adaletin önemli ilkelerinin ana hatlarını taşıyan ‘büyük şart’ Magna Carta’da, yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır. Sonraki krallar kendi ağırlıklarını tekrar ortaya koymak istemiş, fakat on yedinci asırda Sir Edward Coke, günümüzün İngilizce konuşulan dünyasında hala yankıları hissedilen Magna Carta ilkelerini tekrar gündeme getirmiştir.

İtalya’da Dominikli rahip [5] Thomas Aquinas (1225-1274), tabiî kanun kavramını detaylandırarak izah etmişti. Tüm varlıkların kendi tabiatına sadık olması gerektiğine inanıyordu. İnsanın akıllı bir varlık olması, tabiî amacını keşfetmek ve bu amaca en iyi şekilde ulaşmak için aklını kullanması demekti. Ayn Rand bu fikirleri yedi asır sonra geliştirecekti.

Orta Doğu ve ötesinde İslam -yedinci asırda doğuşundan itibaren- Batı’da bu değerler saygı görmeden çok önce iktisadî özgürlüğe ve teşebbüse açıktı. Ortaçağ’da Türk hükümdarlar aynı dönemin Avrupalı krallarından daha hoşgörülüydü. İslam ve hukuk âlimi [6] İbn-i Haldun (1332-1406), devletler ve başkaları tarafından yapılan sömürünün emek, tasarruf ve gelişmenin önündeki en büyük engel olduğunu kavramıştı:

İnsanların malına saldırmak, mal edinme ve kazanma saikini ortadan kaldırır. O zaman insanlar, mal edinmenin sonucunun tekrar ellerinden alınması olacağı kanaatine varır. Mal edinme saiki yok olduğunda, insanlar mal edinmek için hiçbir çaba sarf etmez. Mülkiyet haklarının ihlal sınırı ve derecesi, insanların mal edinme çabalarının yavaşlama sınırı ve derecesini belirler.

İspanya’da, [7] Francisco de Vitoria’nın (1486-1546) eserinden can bulan Salamanca Okulu, önceki rahiplerin fikirlerini, Rönesans’ın su yüzüne çıkan toplumsal, siyasî ve iktisadî gerçeklerine tatbik etme teşebbüsünde bulunmuştur. Bilindiği üzere bu skolastikler, bunu yaparak, genel bir liberal çerçeve çizmiş oldu. Örneğin, İspanyol Cizvit rahip [8] Francisco Suárez (1548-1617) tabiî kanun kavramını ileri taşımış ve onun yaşam, özgürlük, mülkiyet ve fikir özgürlüğü gibi tabiî haklar manasına geldiğini öne sürmüştür.

Suárez’in savunduğu bir başka fikir de sınırlı devlet anlayışıydı. Sosyal varlıklar olarak ortak amaçlar için çalışmanın ziyadesiyle faydasını gördüğümüzü belirtmişti. O yüzden otoriteye karar alma gücü vererek siyasî bir devlet oluşturuyorduk. Ancak güçler, otoriteye halk tarafından verildiğinden, insanların ceberut kralları tahttan indirme hakkı da bulunmaktaydı. Bu erken dönem toplumsal sözleşme fikri, John Locke ve Hugo Grotius gibi sonraki liberalleri de etkilemiştir.

Skolastik hareket iki asır boyunca olgunlaşmıştır. Sonraki mensuplar iktisadî özgürlüklere odaklanır. Özel mülkiyet sahiplerinin mülke daha iyi baktığı gerekçesiyle (tüm toplumun yararınadır) özel mülkiyeti savunur. Aynı zamanda, bir malın fiyatının onu oldurma maliyetine değil de onun için oluşan talebe -ortak tahmin-dayandığını iddia etmiştir. Skolastikler, kredinin artık yatırımı( yalnızca tüketimi değil) finanse ettiğini ve faiz oranlarının mukrizin karşılaştığı tehlike ve fırsatları yansıttığını göz önünde bulundurarak istikraz ve menfaate, önceki rahiplerden daha sıcak bakıyordu.

Tüm bunlar olurken, Babür İmparatorluğu’nun Müslüman hükümdarı [9] Ekber Şah (1542- 1605) hoşgörü ile ilgili liberal gözlemlerde bulunuyor ve Avrupa’daki muhalifler Engizisyon zulmü altında ezilirken bu hoşgörüyü Hindular ve Cizvitlere kadar götürüyordu.

Görünüşe göre, liberal fikirler sınır tanımıyor.

Kitabı satın almak için;
101 Büyük Liberal Düşünür

Kapat