Ekin’den ETA’ya

3 Mayıs 2018’de varlığına son veren ETA 31 Temmuz 1959’da kuruldu ama öyküsüne bu tarihte başlamak örgütü anlamak için yeterli değil. Değil çünkü Türkçe karşılığıyla “Bask Ülkesi ve Özgürlük (Özgür İnsan)” anlamına gelen Euskadi ta Askatasuna, (ETA) adından anlaşılacağı gibi, Bask milliyetçiliğinin ürünü bir örgüt. Bask milliyetçiliği ise ETA’dan çok önce Milliyetçi Bask Partisi PNV-EAJ ( Partido Nacionalista Vasco/ Euzko Alderdi Jeltzalea) ile siyaset arenasına girmiş bir ideoloji. Dolayısıyla ETA ile PNV arasındaki ideolojik ilintiyi yok saymak mümkün değil.

31 Temmuz ayrıca PNV’nin kuruluşunun 64. yıldönümüne denk düşüyor. ETA’nın kurucuları arasında bulunan dilbilimci, edebiyatçı, yazar ve siyasetçi José Luis Álvarez Emparanza ya da kod adıyla Txillardegi ’nin bu tarihî özellikle seçtiği biliniyor. Baskçayı 17 yaşında öğrenen Txillardegi Baskça (Euskara) yazına büyük katkıda bulunmuş bir isim. Örneğin “Leturiaren Egunkari Ezkutua” (Leturia’nın gizli günlüğü) isimli eseri Baskça yayımlanmış ilk modern roman kabul ediliyor.

Txillardegi gençliğinde PNV’ye ve gençlik örgütü EGI’ye (Euzko Gaztedi Indarra/ Bask Gençliğinin Gücü) üye olmuş bir Bask milliyetçisi. EGİ ise 1904’te Bask milliyetçiliğinin ve PNV’nin kurucusu Sabino Arana’nın ölümünün ardından kurulmuş, İç Savaş’a kadar Bask Ülkesi’nde faaliyette bulunmuş, daha sonra İparralde başta olmak üzere yurt dışına taşınmış bir örgüt.

EGİ’nin İspanya’da Bask Ülkesi’nde yeniden örgütlenmesi, Baskça “girişimde bulunmak” anlamına gelen ve 1952’de Bilbao’da bir grup üniversite öğrencisi tarafından kurulan Ekin isimli örgüt aracılığıyla oluyor. Daha doğrusu bağlantı Ekin’in 1953’te Fransa’da sürgünde bulunan EGI ile temas kurmasıyla gerçekleşiyor. Txillardegi Ekin’in de kurucu üyelerinden. EGI ile Ekin’in 1956 yılında kısa bir süre için de olsa birleştiği dikkate alınacak olursa, PNV ile ilişkisini ortaya koymadan ETA’yı anlamak hiç ama hiç mümkün değil.

Jean François Apatelegui, ETA’nın içinden çıktığı Ekin’in EGİ ile ilintisini iyi bilenlerden. 18 yaşında EGİ’ye üye olduğunda iki örgüt arasındaki işbirliği devam ediyordu. Hatta o yıl, sürgündeki Bask özerk hükümeti Başkanı (lendakari) José Antonio Aguirre’nin bu ilişkinin devamı için Ekin’in kurucularından José Maria Aguirre, Txillardegi ve Benito del Valle’yi Paris’te kabul ettiğini dün gibi anımsıyordu. Ama 1958’teki bu girişim pek başarılı olmamış, Ekin -EGİ birlikteliği bir yıl içinde sona erdiği gibi, Ekin’in içinden ETA isimli yeni bir örgüt de çıkmıştı. Apatelegui, yeni örgütün ismini bizzat Txillardegi’nin koyduğunu da dün gibi anımsıyordu. “Euskadi” bağımsız Bask Devleti’nin adını, “Askatasuna” ise o devletin özgürlüğünü ya da o devlette yaşayan özgür insanı temsil ediyordu.

Aslında PNV de, kurucusu Sabino Arana da Bask Ülkesi’nin bağımsızlığını savunuyordu. Arana her ne kadar bir dönem özerklik statüsünden yana tavır almışsa da, asıl hedefi bağımsız Bask Devleti’nin kurulmasıydı. Apatelegui 20’li yaşlarında okuduğu 2500 sayfalık “Bütün Eserleri”nde (Obras Completas) Sabino Arana’nın Katalan milliyetçilerin o dönemde (XIX. yüzyılın son çeyreği) savunduğu özerkliğin tam bağımsızlık olmadığını, “İspanyolcu” bir tutum olarak değerlendirilmesi gerektiğini defalarca vurguladığını biliyordu.

Ne var ki Arana’nın 31 Temmuz 1895’de kurduğu PNV aslında bağımsızlıktan çok özerklik yanlısı politikalarıyla tanınan bir parti oldu. Hem de kurucusu Sabino Arana daha yaşarken. Javier Corcuera, Bask milliyetçiliğinin kökeni, ideolojisi ve organizasyonu ile ilgili eserinde, 1898’de partiye liberal bir grubun katılmasına onay veren Arana’nın bağımsızlık konusunda da tutum değişikliğine gittiğine dikkat çekiyor.

1901 yılında kurulan Katalan Bölgesel Birliği’ne özenen Arana, Baskların Katalanlardan geri kalmamaları için Bölgesel Bask Konseyi kurulmasını önermişti. La Granja Sainz, Arana’nın bu önerisinin dili ve içeriğiyle bağımsızlık talep eden bir siyasetçi izlenimi vermediğine işaret ediyor. Önerinin şu bölümü yazarı gerçekten de haklı kılıyor: “mevcut hukuk devleti içinde -ki bu devletten ayrılmamız mümkün değildir- İspanya Kralı’na saygı duyan dört Bask bölgesinin İspanyol egemenliği altında sıkı bağlarla birleşmeleri (…) halkının ahlaki ve fiziki refahına hizmet edecektir.

Sabino Arana’daki bu değişikliğin İspanyol İmparatorluğu’nun çöküşünü simgeleyen 98 Kuba bozgunu sırasında düşman (ABD) lehine yazdıklarından ötürü 1902 yılında hapis cezasına mahkûm edilmesiyle daha da belirginleştiği, o dönemde yayımlanan yazılarından anlaşılıyor. Öyle ki Arana’nın “Bütün Eserleri” içinde yer almayan, La Patria gazetesinde 22 Haziran 1903’te yayımlanmış “Grave y Transcendental” başlıklı yazısı esas alınacak olsa bağımsızlık amacından vazgeçtiği izlenimi edinmek bile mümkün. Ne var ki tarihçiler Sabino Arana’nın özerkliğe doğru kaymasının köklü değil sadece taktik bir değişiklik olduğu hususunda hemfikir görünüyorlar.

Kabul etmek gerekir ki Sabino Arana’nın partisi PNV, nihai hedef olarak Euskadi’nin ya da Baskça konuşanların toprakları anlamına gelen Euskal Herria’nın bağımsızlığını belirlemiş olmakla birlikte, o dönemden bu yana bağımsızlık mücadelesi verirken taktik olarak özerkliği de savunagelmektedir. Başka bir deyişle özerkliği savunmak Arana’ya göre İspanyolcu bir politika olsa da PNV bir “ara istasyon” olarak gördüğü özerkliğe ulaşmak için özerklikten yana esnek bir politika da izleyegelmektedir. Corcuera, 1901’de Arana’dan bu konuda bir mektup alan Joala’nın ( José de Arriandiaga) PNV’nin kurucusunun yeni parti politikasının bu doğrultuda olduğunu teyit ettiğini vurguluyor.

Bu arada Arana ve partisi PNV’nin savunduğu Bask Ülkesi’nin bağımsızlığının dayandığı milliyetçiliğin 1789 Fransız Devrimi ile Avrupa’ya yayılan liberal milliyetçilik akımından farklı olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Bask milliyetçiliği, kent soylu sınıfın Kilise’ye ve aristokrasiye isyanıyla başlayan, imparatorlukların yıkılmasına ve kurulan milli devletlerde halkın seçimlerle iktidarı belirlemesine yol açan liberal demokrasi hareketiyle taban tabana zıt aslında. Nitekim Sabino Arana başta olmak üzere Bask milliyetçiliğinin kurucuları, 1789 Devrimi ile toplumda ve devlet yönetiminde ayrıcalıklarını yitiren sınıflara, başka bir deyişle Kilise’ye ve aristokrasiye mensup veya yakın kişiler. O bakımdan Bask milliyetçiliği devrim öncesine dönüşü simgeleyen “öze dönüşçü” (essencialiste) ideolojiye mensup bir milliyetçilik akımı.

Avrupa’da 1848 yılından itibaren gelişmeye, 1870’den sonra yaygınlaşmaya başlayan Alman romantizmine dayalı bu akım ırkçılık ve köktendinciliği ön plana çıkarır. XIX. yüzyılın son çeyreğindeki pan-nasyonalist ve ırkçı sömürgecilik hareketleri bu ideolojiye dayanır. İtalyan faşizmi, Alman nasyonal sosyalizmi, Franco’nun nasyonal Katolisizmi gibi. Unutmayalım ki Basklar gibi devleti olmayan bazı etnik toplulukların benimsediği öze dönüşçü milliyetçilik, İspanyol İç Savaşı ve izleyen Franco diktatörlüğü döneminde merkez ile çevreyi (periferi) karşı karşıya getirdi. Bu çatışma nihayetinde PNV’yi olumlu yönde dönüştürdü ama aynı zamanda Bask milliyetçiliğinin bir başka ürünü olan ETA’yı da sahneye çıkardı.

Kabul etmek gerekir ki PNV’nin Fransa’da sürgündeyken Hristiyan-Demokrat bir partiye dönüşmesi (1949) İspanyol demokrasisi açısından önem taşır. Çünkü mensuplarının İç Savaş’ın ve 1937’de Gernika’nın bombalanmasının akabinde mugalarilerin yardımıyla sınırı geçerek İparralde’ye kaçmalarından önce PNV’nin köktendinci ve ırkçı nitelikleri maalesef ağır basmaktaydı. Nitekim kurucusu Sabino Arana’nın Bütün Eserleri ırkçılık kokan birçok yazısını içeriyor. Örneğin 1895’te yayınlanan bir yazısında “maketa” dediği İspanyolları aşağılayan şu ifadeleri yer alıyor:“ Vizcayalı (Bask) kıllı ve asildir. İspanyol ise ifadesiz ve serttir. Vizcayalı’nın yürüyüşünde kendine güven ve erkeklik vardır. İspanyol yürümesini bilmez, bileninin ise hareketleri boğa güreşçilerininki gibi kadınsıdır.(…) Vizcayalı yabancıyla birleşirse karakteri dejenere olur. İspanyol ise medenileşmek için yabancıyla birleşmeye ihtiyaç duyar.

Arana’nın ırkçılığı aslında ırka dayalı millet (Bask milleti) oluşturma çabasından kaynaklanıyor. Bask milliyetçiliğini, bir dile, yeterli olmasa da kırsal kesimlerde konuşulan Baskçaya değil de bir ırka dayandırma çabasını öze dönüşçü milliyetçilik akımına mensup olmasına bağlamak gerekir. Koyu Katolik ve anti liberal bir kişi olan Sabino Arana için Bask milletini oluşturan, özgür bireyler değil Tanrı’dır. O bakımdan 1789 devriminin özünü oluşturan halk iradesinin hiçbir önemi yoktur. Tanrı Vizcaya’yı (Bask Ülkesi) bağımsız ve özgür yaratmıştır. Bask halkı Tanrı’ya hizmet ederse Tanrı Vizcaya’nın bağımsızlığını koruyacak, aksi takdirde onu cezalandıracaktır. Dolayısıyla Bask Ülkesi’nin bağımsızlığı için halkının iyi Katolik olması ve Tanrı’ya hizmet etmesi şarttır.

Sabino Arana, XIX. yüzyılın modasına uygun olarak Bask milliyetçiliğinin tarihî dayanağını oluşturmayı ihmal etmemiş, Hobsbawn ve Ranger’in Geleneğin İcadı (The Invention of Tradition) başlıklı eserinde önemine dikkat çektiği gibi, bir Bask tarihi de üretmiştir. Buna göre, özetle belirtmek gerekirse, Bask Ülkesi bilinebilen tarihin ilk döneminden beri kendi kendini yöneten özgür ve bağımsız bir devletler konfederasyonudur. Bu konfederasyon bugün 4’ü İspanya, 3’ü Fransa sınırları içinde kalan 7 bölgeyi (Arana’ya göre devleti) içermektedir. İspanya’da Vizcaya (Bizkaia), Guipúzcoa (Gipuzkoa), Álava (Araba) ve Navarra (Nafarroa); Fransa’da da Basse Navarre (Nafarroa Beherea), Labourd (Laburdi) ve Soule (Zuberoa). Bu devletler, başlarındaki derebeylerin kişisel kararıyla Orta ve Yeni Çağ’da güneyde Castilla ve İspanya, kuzeyde ise Fransa Krallığı’na katılarak bağımsızlıklarını yitirmişlerdir. Böylece Bask Ülkesi Fransa ve İspanya’nın sömürgesine dönüşmüştür. Bağımsız Bask Devleti’nin yeniden kurulması için iki devletin sınırları içinde kalan Bask bölgelerinin birleştirilmesi de gerekmektedir ki Bask milliyetçiler bu birleşmeyi “toprak birliği” (territorialidad/ zazpiak bat) ilkesine dayandırıyor.

PNV’nin Hristiyan-Demokrat bir partiye dönüşmesinde Nazi Almanya’sı ve Faşist İtalya gibi totaliter rejimlerin II. Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin rolü vardı kuşkusuz. Arana’nın ırkçı ve köktendinci görüşlerini öne çıkaran bir siyasî partinin savaş ertesindeki dönemde sürgünde ve özellikle Fransa gibi Nazi işgalini yaşamış bir ülkede varlığını sürdürmesi mümkün değildi. Kaldı ki PNV, ırkçılık ve köktendincilik gibi negatif özellikleri olan Franco İspanyası ile savaş halindeydi. O dönemde bir süre ABD’de New York Columbia Üniversitesi’nde çalışan son lendakari José Antonio Aguirre ile birlikte Hristiyan demokrasiye evrilmesi kaçınılmaz olduğu kadar sağduyunun da gereğiydi. Çünkü PNV, uluslararası arenada 1953 yılına kadar dışlanan Franco rejimine karşı, Arana’nın ırkçılık ve köktendinciliğiyle değil ama demokratik değerlerle mücadele edebilirdi.

Aslında PNV’nin o dönemde üslendiği Fransa’da Bask Ülkesi’nin bağımsızlığını, toprak birliğiyle birlikte savunması kolay değildi. Arana’nın savunduğu bağımsız Euskal Herria’nın 3 bölgesi İparralde’de yani Fransa toprakları içindeydi. Fransız uyruklu Baskların yoğun olduğu bu bölgede şimdi İç Savaş’tan kaçan İspanyol uyruklu Basklar da yaşıyordu. Bölge artık onlar için nefes aldıkları bir özgürlük alanına dönüşmüştü.

Unutmayalım ki “Kızıl ve kırık bir İspanya” istemeyen Milli Şef (Caudillo) Franco sadece sosyalizme değil bölgeciliğe de karşı çıkıyordu. Bu nedenle sadece özerklikçi politika izleyen PNV kadrolarının peşine düşmemiş, ayrıca bu tür politikaların ideolojik temelini oluşturduğu düşünülen Baskçayı da yasaklamıştı. Ama Bask dilinin yasaklanması hedeflenenin tam tersi bir etki oluşturmuş ve halkın Baskçaya ilgisini arttırmıştı. 50’lerin başlarında oluşturulan dışa kapalı küçük gruplar kiliselerde toplanmaya ve buralarda isteyenlere Bask milliyetçiliğinin tarih öğretisi ve Baskça öğretilmeye başlanmıştı.

Yukarıda sözünü ettiğim Ekin bu gruplardan biriydi. Bu isimle iç tüketime yönelik bir bülten çıkarıyordu. Kendisini “laik yurtsever (abertzale) hareket” olarak tanımlayan bu grupta adlarını zikrettiğim edebiyatçı Txillardegi, Juan Manuel Aguirre ve Benito del Valle’nin yanı sıra İç Savaş’tan sonra Şili’ye kaçmış bir PNV militanının oğlu olan Julen Madariaga vardı. PNV’nin gençlik kolu EGI ile ilişkiler Madariaga’nın bağlantıları üzerinden olmuştu. Ama yukarıda belirttiğim gibi iki örgüt arasında patlak veren görüş ayrılıkları sonunda Ekin PNV güdümünden çıkmış ve ETA’yı kurmuştu.

Ekin üzerinde bu kadar durmamın nedeni sadece adı geçen dört üyesinin ETA’nın kurucusu olmaları değil. Aynı zamanda geliştirdiği ideolojinin ETA’nın en azından kuruluş aşamasında benimsediği görüşlerin temelini oluşturması. Ekin’in 1955 yılından bu yana 6 aylık gizli kurs gören militan ve sempatizanları için yayımladığı ders notları (cuadernos Ekin) bu gerçeği ortaya koyuyor. 1961 yılına kadar varlığından haberdar olunmayan bu notlar o yıl Fransa’da yayımlanan “Beyaz Kitap” sayesinde gün ışığına çıkmıştı.

Bu notlardan anlaşıldığı üzere, Ekin-ETA, döneminin özelliği nedeniyle Arana’nın Bask milliyetçiliğini değiştirmiş, milliyetçiliğin temel unsurunu ırk ve din olmaktan çıkarıp dil ve kültür olarak yeniden belirlemiş bulunuyor. Nitekim notlarda, “Euskara yaşadıkça Euskadi de yaşayacaktır” ifadelerine rastlanıyor. Böylece Arana’dan farklı olarak, Euskal Herria’nın, yani Bask Devleti’nin bağımsızlığı Baskça üzerine oturtuluyor. Kısacası Baskçanın yaşatılıp geliştirilmesi Bask milliyetçiliği için hayati önem taşıyor. Ekin notlarında bunun için Bask dilinin farklı lehçelerinin birleştirilerek resmi dil haline getirilmesinin gereği vurgulanıyor.

Ekin grubu sadece Baskçayı milliyetçiliğin temeline oturtarak Sabino Arana’dan ayrılmıyor. Ayrıca laiklikten yana tavır alarak Bask milliyetçiliğinin kurucusunun Katolikliğine de karşı çıkıyor. Ama bu tutumunu örgütün dine karşı mesafeli olduğu şeklinde yorumlamak pek doğru değil. Çünkü Ekin’e en önemli faaliyeti olan gizli Baskça ve Bask tarihi kursları için kapılarını açan da Bask Kilisesi. O bakımdan grubun laikliğinin tanımına uygun ilkesel bir laiklikten çok Franco rejimine destek veren Vatikan’a tepki olarak ortaya çıktığını kabul etmek gerekir. Nitekim Ekin’in periyodik yayınlarından Zutik’te “Kilise Franco ile olmaya devam ediyor” (La Iglesia sigue siendo con Franco) başlığı altında şu görüşe yer veriliyor: “Kilise insanlığı baskı altına alanlara destek verdikten sonra, insan hakları (…) konusunda söylediklerine kimleri inandıracak acaba? (…) Kilise, Vatikan, herkes gibi, ancak kuvvetli olduğumuzda, zafer kazandığımızda bizi destekleyecektir.

Ekin’in somut tepkisi Vatikan’ın Franco İspanya’sı ile konkordato imzalamasına yönelikti. 27 Ağustos 1953 tarihinde imzalanan bu konkordato ile İspanya hukuken bir Katolik devlete dönüşmüş oldu. Bu, Franco rejiminin temel felsefesi olan Nasyonal Katolisizme yani Milli Katolikliğe uygun bir gelişmeydi ama asıl rejimin uluslararası alanda yalnızlıktan kurtulması anlamına geliyordu. Çünkü Franco İspanya’sı yakın ilişkiler içinde bulunduğu Nazilerin savaş kaybetmesinden sonra uluslararası alanda dışlanmıştı. Örneğin demokratik olmadığı gerekçesi ile Marshall yardımından yararlanamamıştı. Gerçi ABD demokrasi koşulunu Soğuk Savaş nedeniyle kaldırmakta gecikmemişti. İspanya ile konkordato imzalanmasının hemen ardından 23 Eylül 1953 tarihinde ikili savunma işbirliği ve askerî üsler karşılığında ekonomik yardım anlaşmaları yapmıştı. Ama Ekin ve Bask Kilisesi’ne yakın duran kurucuları için öncelikle kabul edilemez olan Vatikan’ın Franco’ya verdiği destekti.

Aslında Vatikan ile Bask Kilisesi arasındaki ilişkiler İç Savaş döneminde bozulmuştu. 300 bin kişinin öldüğü, bir o kadarının sürgüne gittiği ve 28 bin mahkumun idam edildiği iç savaşın öncelikle insanî faturası ağır olmuştu. Vatikan ve ona hiyerarşik olarak bağlı olan İspanyol Kilisesi’nin Basklara karşı Franco’nun yanında yer aldığı bu savaşta ölenler ve idam edilenler arasında Bask rahip ve din adamları vardı. 1936’da kurşuna dizilen Franco’nun “kızıl papaz” dediği 16 Bask rahip bugün iç savaş kahramanları arasında sayılıyor. Rentería Kilisesi’nden Martín de Lekuona, Gervasio de Albizu, rahip yazar José de Ariztimuño (Aitzol), Alejandro de Mendikute, José Adarraga, José de Arin, José İturri Castillo, Leonardo de Guridi İspanyol Kilisesi’nin dinsizliğe karşı yürüttüğü Haçlı Seferlerinin kurbanı din adamlarından bazıları. Gerçi Papa bu Katolik din adamlarının idamlarından duyduğu rahatsızlığı Franco’ya telgrafla iletmişti ama Milli Şef ’in Bask milliyetçisi papazlarla ilgili tutumu hiç değişmemişti.

Franco’nun istihbaratı 1952’den bu yana Ekin grubunu oluşturan gençlerin gizlilik içinde düzenlediği kurslarla Bask milliyetçiliği ideolojisini halka yaydığını biliyordu. Bunu PNV’nin takip altında tuttuğu gençlik örgütü EGİ’nin Ekin ile yaptığı gizli işbirliği sonucu saptamıştı. Ekin ile EGİ arasında ortaya çıkan sözünü ettiğim ideolojik farklılıklar tartışmalara, hatta iki örgütün militanları arasında zaman, zaman kavgalara yol açmıştı. Bu da istihbaratın Ekin’in bazılarını zikrettiğim 9 kurucu üyesinin isimlerine ulaşmasını sağlamıştı.

Jean François Apatelegui, Ekin ile EGİ’nin tüm bu ideolojik farklılıklarına karşın 1956’da birleşmesinin çok uzun sürmeyeceğini anlamıştı. Çünkü EGİ’nin bir üyesi olarak Ekin’in PNV’nin güdümünde olmaya ısrarla direndiğini görmüştü. Oysa PNV Bask milliyetçiliğinin önder partisiydi. Parti-cemaat ve Parti-devlet olarak örgütlenmiş ve Sabino Arana’nın vaat ettiği bağımsızlığa giden yolda bir ara istasyon olan Bask özerklik statüsünü (1936) de elde etmişti. İç Savaş özerkliğin fiilen kullanılmasına engel olmuştu ama Bask milliyetçiliğinin yol haritasını belirleyecek olan, bir grup üniversite öğrencisinin kurduğu Ekin gibi bir grup değil PNV idi. Kaldı ki Ekin’e faaliyetlerini yürütmesi için kiliselerinin kapılarını açan milliyetçi Bask rahiplerle ilişkiler de Sabino Arana’nın partisi üzerinden yürüyordu.

Txillardegi’nin EGİ’den ihraç edilmesinin ardından Ekin’in yeni sürümü olarak örgütlenen ETA, Bask halkının kurtuluşu ve bağımsız Bask Devleti’nin kuruluşu için 6 faaliyet alanı ve kolu öngörmüştü. Birinci alan yayınlardan, ikinci alan endokrinolojiden, üçüncü alan da Baskça’nın geliştirilmesinden sorumlu olacaktı. Yasal Eylem kolu kitle hareketlerini organize edecekti. ETA’nın ayrıca Propaganda ve Askerî Eylem kolları bulunacaktı. Örgütün -ki kendisini hareket olarak tanımlar- Askerî Eylem’den sorumlu 6. Kolu ise Bask milliyetçiliği açısından bir yenilikti. Hareketin yıllar sonra bir terör örgütüne dönüşmesine yol açacak olan askerî kolunun sorumlusu Julen Madariaga idi.

Kabul etmek gerekir ki kurucu ekibin öngördüğü ilk askerî eylemler Franco rejimi aleyhine ve bağımsız Bask Devleti lehine “Gora (Yaşasın) Euskadi, Gora ETA” gibi yazıları duvarlara yazmak ve rejimin sembolü heykellere yönelik patlayıcı kullanmaktan ibareti. Temel amaç polisin yakalayacağı eylemcilere gayriinsanî davranmasını afişe ederek rejimin halk nezdinde yıpranmasını hızlandırmaktı. ETA’nın 6. Kolundan ibaret bir terör örgütü olması değildi. Bu, akıllarından bile geçmiyordu.

ETA’nın Santander, Vitoria ve Bilbao’daki ilk üç bombalı eyleminden sonra öngörülen plan işlemeye başladı. Polis eylemci ve şüphelilere karşı işkence ve kötü muamelede bulunarak ETA’nın halk nezdinde destek görmeye başlamasını sağladı. Başlangıçta 300 kadar militana sahip olan örgüt altı ay içinde 50 militanını kaybetti. Polisin kötü muamelesi ETA’ya destek getiriyordu ama aynı zamanda örgütün faaliyetlerinde gizlilik açığını da ortaya koyuyordu. O bakımdan Álvaro Baeza, ETA’nın tarihiyle ilgili eserinde, örgütün 1960’dan itibaren gizliliğini güçlendirmek için Menahem Begin’in IRGUN örgütünü model aldığına dikkat çekiyor.

Bu noktada belki altı çizilmesi gereken husus, polisin rejime yönelik eylemlerinden ötürü ele geçirdiği ETA militan ve sempatizanlarına yönelik işkence ve kötü muamelenin ETA’ya Bask Kilisesi’ne mensup Bask milliyetçi bazı rahiplerin hiyerarşiyi bozarak doğrudan desteğini getirmesiydi. Baeza, Bilbao dolaylarındaki Derio’da rahip yetiştiren bir okuldaki (seminario) 339 papazın imzaladığı rejimi eleştiren bir bildiriye dikkat çekiyor. Ülke karakollarında suçlu olsun, olmasın herkesin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığının vurgulandığı bu bildiri, imzacıları tarafından reddedilmesine karşın, Bask Kilisesi içindeki çatlağı ortaya koyuyordu. Ama Franco’nun sadece Kilise hiyerarşisine baş kaldıran Sol görüşlü bu Cizvit rahipleri değil Bask Kilisesi’ni tümden ayrılıkçı olarak nitelemesi, halk nezdinde ETA’ya desteği daha da arttırıyordu. Baeza, Franco’nun bu toptancı suçlamasının ETA’ya moral destek verdiğinin ve şiddeti daha da arttırmasına yol açtığının altını çiziyor.

Özet olarak belirtmek gerekirse, ETA Sabino Arana’nın yoktan var ettiği Bask milliyetçiliğini özümsemiş bir grup üniversitelinin kurduğu Ekin’in ürünüydü. Ekin bir dönem PNV’nin gençlik örgütü EGİ ile birlikte yürümüş ama milliyetçiliği günün koşullarını dikkate alarak güncellemeye kalkışınca PNV ile ipler kopmuştu. Her ne kadar milliyetçiliğin ırk ve din temelinden arındırılarak dil ve kültür farklılığı üzerine oturtulması demokratik dönüşüm geçiren PNV’yi çok rahatsız etmemiş olsa da bağımsızlığa özerklik istasyonu üzerinden değil, şiddet kullanılarak doğrudan varılması düşüncesi bu ayrılıkta önemli rol oynamıştı.

Aslında kurucularının öngördüğü şiddet, yukarıda aktardığım gibi, kişilere yönelik bir şiddet değildi. Düşmana karşı şiddet kullanılması da ayrıca yeni bir fikir değildi. II. Cumhuriyet’te, 1931/33 döneminde PNV’den milletvekilliği yapmış “Bizkargi” kod isimli Manuel Eguileor, 1936’da yayımladığı “Nacionalismo Vasco” (Bask Milliyetçiliği) başlıklı kitabında, Fransa ve İspanya’ya karşı şiddet kullanılması gerektiğini savunmuştu. Eguileor’a göre, bu iki “işgalci” devlet Bask Ülkesi’nin bağımsızlığına rıza göstermeyecekti. Bu devletlerden zayıf olan Bask milliyetçiler, ancak uluslararası bir savaştan ya da karışıklıktan yararlanarak ve mutlaka şiddet kullanarak bağımsızlık hedefine varabilirlerdi.

PNV’yi asıl rahatsız eden husus, ETA’ya dönüşen Ekin grubunun Arana’nın ideolojisini güncellemesinden çok partinin önderliğini kabul etmemesiydi. PNV ile ETA arasında patlak veren bu çatlak sonuçta Bask milliyetçiliğini tabanda da ikiye bölme riskini barındırıyordu. Franco istihbaratı da bunu böyle değerlendiriyor, ETA’nın kuruluşunu en azından başlangıçta Bask milliyetçi ailesini enfekte eden bir virüs olarak görüyordu.

Bu aslında çok da yanlış bir analiz değildi. PNV’nin içinden gelen ama bir süre sonra isyan bayrağını çeken Ekin-ETA ya da artık sadece ETA, 1962 yılında İparralde’de düzenlenen I. Meclisi’nden itibaren ideolojik bir evrime girecek ve giderek sol ideolojilere doğru kayacaktı. Bu evrim, Franco istihbaratının öngörüsü doğrultusunda, ETA’nın PNV’nin ideolojisinden kopması demekti. Ama bu kopuş, Bask milliyetçi ailesinin Franco rejiminin beklediği gibi zayıflamasına değil, ETA’nın önderliğinde giderek daha da güçlenmesine yol açacaktı.

Kapat