Mülkiyetin Tabiatı
Sosyolojik bir kategori olarak ele alındığında mülkiyet, iktisadî malları kullanma gücü/iktidarı gibi gözükmektedir. Bir malik, bir iktisadî malı elinden çıkarabilen kimsedir.
Bunun içindir ki; mülkiyetle ilgili sosyolojik ve hukukî kavramlar, birbirinden farklıdır. Bu, kuşkusuz, tabiîdir; ve bu hakikatin bazen, hâlâ görmezlikten gelinmesine sadece şaşılabilir. Sosyolojik ve iktisadî bir bakış açısından bakıldığında; mülkiyet, insanların iktisadî amaçlarının gerektirdiği mallara malik olmalarıdır (having). Bu malik olma, tamamıyla tabiî veya orijinal mülkiyet olarak adlandırılabilir. Zira sahip olma, insanlar arasındaki sosyal ilişkilerden veyahut da hukukî bir düzenden bağımsız olarak, sırf, insanların mallarla arasındaki fizikî bir ilişkidir. Hukukî mülkiyet kavramının önemi, tam da burada yatmaktadır -yani bu kavram, fizikî olarak sahip olunan ile hukuken sahip olunması gereken arasında bir ayrım yapar-. Hukuk, malikler ile bu tabiî sahip olmadan yoksun zilyetleri tanır/kabul eder; malikler, sahip değildirler ama sahip olması gereken kimselerdir. Hukuka göre hırsız hiçbir zaman mülkiyeti elde edemezken, “malı çalınan kimse” malik olarak kalmaya devam eder. Mamafih, iktisadî olarak, tabiî sahip olma tek başına uygundur/münasiptir; ve hukuken sahip olunması gereken [şey] in iktisadî önemi, sadece, bu tabiî sahip olmanın elde edilmesine, muhafaza edilmesine ve yeniden kazanılmasına yaptığı destekten kaynaklanır.
Hukuka göre mülkiyet, tekbiçim bir kurumdur. Mülkiyete konu olan malların birinci düzen mallar mı, yoksa daha yüksek düzeydeki mallar mı; yine, mülkiyetin dayanıklı tüketim mallarıyla mı, yoksa dayanıksız tüketim mallarıyla mı ilgili olup olmadığı önemli değildir. Hukukun şekilciliği -ki bu yönü onu herhangi bir iktisadî temelden/esastan ayırır- bu hakikatte açık bir şekilde ifade edilmektedir. Hukuk, tabiî ki kendisini, münasip olabilecek iktisadî farklılıklardan tamamıyla soyutlamaz. Bir üretim vasıtası olarak toprağın hususiyeti/özelliği, kısmen, gerçek mülkiyetin sahipliğine hukuktaki özel yerini veren şeydir. Böyle iktisadî farklılıklar, -bizzat mülkiyete ilişkin hukuktakinden çok daha açık bir şekilde- sosyolojik olarak mülkiyete denk/uygun ama hukuken ona sadece yabancı olan ilişkilerde, meselâ köleliklerde ve özellikle [Roma Hukuku’nda] intifa hakkında, ifade edilir.
İktisadî olarak düşünüldüğünde; mülkiyet, asla tekbiçim değildir. Tüketim ve üretim mallarındaki mülkiyet, pek çok yönden farklılaşır ve her iki durumda da, yine, dayanıklı mallar ile tüketim malları arasında ayrım yapmak gerekir.
İlk düzen malları, yani tüketim malları, isteklerin hemen tatminini sağlar. Onlar tüketilen, sadece bir kez tüketilebilen ve tüketildiklerinde kalitelerini/niteliklerini kaybeden mallar oldukları nispette; mülkiyetin önemi, pratik olarak, onların tüketilmesinin mümkün olup olmamasında yatar. Malik, keyfinin çıkarılmasına mani olacak şekilde sahip olduğu mallarının dağıtılmasına imkân sağlayabileceği gibi, bu malların kasıtlı olarak tahrip edilmesine de izin verebilir, hatta onları mübadeleye sokabilir veya elinden çıkarabilir. Burada sözü edilen her durumda o, malların bölünemeyen kullanımını tasarruf etmektedir.
Sürekli kullanımı içeren malların, yani birden fazla kullanılabilen tüketim mallarının, durumu biraz farklıdır. Onlar pek çok insana birbiri ardınca hizmet sunabilir. Burada, yinelersek, bu kimseler; iktisadî anlamda, mallar tarafından sağlanan kullanımları kendi amaçları doğrultusunda kullanabilen malikler olarak telâkki edilmelilerdir. Bu anlamda bir odanın maliki, sözü edilen zamanda o odada oturan kimsedir; Matterhorn’un maliki, burası tabiî bir parkın parçası olduğu ölçüde, manzaranın keyfini çıkarmak için oraya ayak basanlardır; bir resmin malikleri, ona bakarak keyif alan kimselerdir. Bu malların sağladığı kullanımların sahiplenilmesi (having), bölünebilir. Dolayısıyla, onların tabiî mülkiyeti de bölünebilir.
Üretim malları, sadece dolaylı bir şekilde keyif/zevk verir. Bu mallar, tüketim mallarının üretiminde kullanılır. Tüketim malları, nihaî olarak, üretim malları ile emeğin başarılı bir şekilde bir araya getirilmesinden ortaya çıkar. Bunun içindir ki, bir şeyi üretim malı olarak nitelendirmemizi sağlayan şey, bu malın dolaylı bir şekilde arzuların tatmini için hizmet sunma kabiliyetidir. Üretim mallarının tasarruf edilmesi/elden çıkarılması, tabiî olarak onlara sahip/malik olmaktır. Üretim mallarının sahiplenilmesi, yalnızca, bu mallar bizleri nihaî olarak tüketim mallarının sahiplenilmesine götürdüğü için/ölçüde iktisadî önemi haizdir.
Tüketim malları, ki tüketim için hazırdırlar, -onları tüketen kişi tarafından-yalnızca bir kere sahiplenilebilir. Sürekli kullanılan/dayanıklı mallar, ki tüketim için hazırdırlar, pek çok kişi tarafından belirli aralıklarla sahiplenilebilir; ama eşzamanlı tüketim, başkalarının keyfini kaçırabilir. Ancak, bu keyif/zevk alışın, malın tabiatı tarafından tama-men dışlanmadığını belirtmek gerekir. Birkaç insan aynı zamanda bir resme bakabilir. Ancak, başkalarının yakınlığının, ki bu yakınlık belki bu kimseleri en güzel/tercihe şayan bakış açısından/görüntüden mah-rum etmektedir, gruptaki herhangi birisinin keyfini kaçırabileceğini de belirtmek gerekir. Ama bir ceket aynı anda iki kişi tarafında giyilemez. Tüketim mallarında sahiplenme, ki bu mallar tarafından isteklerin tatminine sebep olur, bu mallardan ortaya çıkan kullanımlardan daha çok bölünemez. Bu şu anlama gelir: Tüketim mallarında tek bir kimsenin tabiî mülkiyeti, diğerlerinin mülkiyetini tamamen dışlar; oysa dayanıklı mallarda mülkiyet, en azından, belirli bir zamana ve bu maldan ortaya çıkan en küçük kullanıma hastır/münhasırdır. Tüketim malları için, bireyler tarafından tabiî sahiplenilmenin dışında iktisadî açıdan önemli herhangi bir ilişki düşünülemez. Tamamen tüketilen mallar ve, en azından, onlardan hasıl olan en küçük kullanım nispetinde dayanıklı mallar olarak; onlar, sadece bir kimsenin tabiî mülkiyetinde olabilir. Ayrıca mülkiyet, burada, özel mülkiyettir. Şu anlamda ki: Bu mülkiyet, sözünü ettiğimiz malların elden çıkarılması hakkına bağlı avantajlardan başkalarını mahrum eder.
Bu sebeple, tüketim mallarındaki mülkiyeti ortadan kaldırmayı veya yeniden şekillendirmeyi düşünmek de saçma olacaktır. Keyfi çıkarılan bir elmanın tüketilmesi ve bir ceketin giyim esnasında eskitilmesi gerçeğini bir şekilde değiştirmek, imkânsızdır. Tabiî anlamda tüketim malları, herkesin şahsî veya müşterek mülkiyetinden müteşekkil ortak mülkiyet olamaz. Tüketim mallarında, genellikle ortak mülkiyet olarak adlandırılan şey, tüketimden önce paylaştırılmak zorundadır. Ortak mülkiyet, bir mal tüketildiği veya kullanıldığı anda sona erer. Tüketicinin sahiplenmesi münhasır (exclusive) olmak zorundadır. Ortak mülkiyet, hiçbir zaman, ortak bir stokun içindeki malların tahsisinden başka bir şey olamaz. Her bir taraf, toplam stokun kendisi için kullanabildiği bölümünün maliki/sahibidir. İster hâlihazırda hukukî olarak malik/sahip olsun, ister sadece stokun bölüşümü sayesinde malik/sahip olsun, isterse tamamen hukukî malik/sahip hâline gelsin; ve stokun şeklî bölüşümü ister tüketimden önce ister tüketimden sonra olsun; bu meselelerin hiçbiri iktisadî olarak önemli değildir. Hakikat şu ki; bölüşme olmaksızın bile o, kendi hissesinin maliki/sahibidir.
Ortak mülkiyet (joint property) tüketim mallarındaki mülkiyeti ortadan kaldıramaz; sadece, başka türlü varolmayacak bir şekilde/yolla mülkiyeti dağıtabilir. Ortak mülkiyet, tüketim mallarının hâlihazırdaki stokunun farklı dağılımına sebep olarak, tüketim mallarındaki eksikliği sona erdiren bütün diğer reformlar gibi, kendisini sınırlandırır. Bu stok tüketildiğinde onun işi biter. [Ortak mülkiyet] boş ardiyelerini yeniden dolduramaz. Bunu ancak, üretim malları ile emeğini elinden çıkarmayı (tasarruf etmeyi) yönlendirebilen kimseler yapabilir. Bu kimseler, kendilerine teklif edilen şeylerle tatmin olmazlarsa stokları tazelemek için gerekli olan malların akışı durur. Netice itibarıyla, tüketim mallarının dağıtımını değiştirmeye yönelik herhangi bir çaba, son tahlilde, üretim vasıtalarını elinden çıkarma/tasarruf etme gücüne bağlı olmak zorundadır.
Üretim mallarının sahiplenilmesi, tüketim mallarının sahiplenilmesinin aksine, tabiî anlamda bölünebilir. Yalıtılmış üretim şartları altında üretim mallarının sahiplenilmesinin paylaşılması şartları, tüketim mallarının paylaşılması şartlarıyla aynıdır. İşbölümünün olmadığı yerde malların sahiplenilmesi sadece, bu mallar tarafından sağlanan hizmetleri paylaşmak mümkün olursa paylaşılabilir. Dayanıklı olmayan üretim mallarının sahiplenilmesi paylaşılamaz. Dayanıklı üretim mallarının sahiplenilmesi, bu malların sağladığı hizmetlerin bölünebilirliğine göre paylaşılabilir. Yalnızca bir kimse belirli bir miktar buğdaya sahip olabilir ama bir çekice art arda birkaç kişi sahip olabilir; bir nehir birden fazla su çarkını döndürebilir. Buraya kadar, üretim mallarının sahiplenilmesi konusunda bir gariplik yoktur. Ama, işbölümüne dayalı üretimin yapıldığı durumda, bu türden malların iki misli sahiplenilmesi vardır. Hatta bu durumda sahiplenme her zaman iki mislidir; bir fizikî sahiplenme (doğrudan) ve bir de sosyal sahiplenme (dolaylı) vardır. Fizikî sahiplenme, fizikî olarak mala sahip olan ve onu verimli bir şekilde kullananındır; sosyal sahiplenme ise, fizikî veya hukukî olarak malı elinden çıkaramayan/tasarruf edemeyen ama yine de onun kullanımının neticelerini dolaylı bir şekilde elinden çıkarabilen/ta-sarruf edebilen, yani malın ürünlerini ve sağladığı hizmetleri trampa edebilen veya satabilen kimseye aittir. Bu anlamda, işbölümüne dayalı bir toplumdaki tabiî mülkiyet, üretici ve üreticinin isteklerini karşılamak için üretim yaptığı kimseler arasında paylaşılır. Mübadele toplumunun dışında kendi kendine yeterli bir şekilde yaşayan çiftçi; tarlalarını, sabanını, koşum hayvanlarını kendisinin addetmektedir. Şu anlamda ki: Onlar yalnızca çiftçiye hizmet sunar. Ama piyasa için üreten ve ürettiklerini piyasada satan, işletmesi ticaretle ilgili olan çiftçi hayli farklı bir anlamda üretim vasıtalarının sahibidir. Bu çiftçi üretimi, kendi kendine yeten çiftçinin yaptığı gibi kontrol etmez. Üretiminin hedefini kendisi belirlemez, hizmet sunmak için çalıştığı kimseler, yani tüketiciler belirler. Üreticiler değil de onlar, iktisadî etkinliğin gayesini belirlerler. Üretici sadece, tüketiciler tarafından belirlenen hedefe doğru üretimi yönlendirir.
Ne var ki, üretim vasıtalarının yeni/bundan sonraki sahipleri, fizikî sahiplenmelerini doğrudan doğruya üretimin hizmetine vermek için bu şartlarda olamazlar. Zira bütün üretim, değişik üretim vasıtalarının bir araya getirilmesini içerir, bu araçların sahiplerinin bir kısmı, tabiî mülkiyetlerini diğerlerine vermek zorundadır; versin ki, böylece, verdiği kimse üretimin içerdiği bileşimleri işleme sokabilsin. Sermayenin, toprağın ve emeğin sahipleri; bu faktörleri, üretimin doğrudan idaresini üzerine alan müteşebbisin emrine/tasarufuna verirler. Müteşebbisler, yine, üretim vasıtalarının –yani sermayenin, toprağın ve emeğin– sahiplerinden başkaları olmayan tüketiciler tarafından belirlenen yön doğrultusunda üretimi gerçekleştirirler. Mamafih, her bir faktör, hasıladaki üretken katkısının değerine göre, iktisadî olarak hak ettiği payı üretimden alır.
Netice itibarıyla, üretim vasıtalarının tabiî mülkiyeti, esasında, tüketim mallarının tabiî mülkiyetinden oldukça farklıdır. İktisadî anlamda üretim mallarına sahip olmak -yani onları bir kimsenin iktisadî amaçlarının hizmetine sunmak- için, ona fizikî olarak sahip olmak gereksizdir. Oysa eğer birisi onları tüketmek veya sürekli olarak kullanmak zorundaysa tüketim mallarına sahip olunması zorunludur. Kahve içmek için Brezilya’da bir kahve tarlasına, bir deniz vapuruna, bir kahve kavurma fabrikasına sahip olmam gerekmez; bütün bu üretim vasıtaları bir fincan kahveyi benim masama getirmek için kullanılmak zorunda olsa bile. Diğer insanların bu üretim vasıtalarına sahip olmaları ve onları benim için kullanmaları yeterlidir. İşbölümüne dayalı bir toplumda hiç kimse, ister maddî unsurları isterse kişisel unsurları olsun, iş yapmak için üretim kapasitesinin yegâne sahibi değildir. Bütün üretim vasıtaları, onları piyasada alıp satan herkese hizmet sunar. Şu hâlde, eğer biz burada, tüketiciler ile üretim vasıtalarının sahipleri arasında paylaştırılmış [bir şey] olarak mülkiyet hakkında konuşmaya gönülsüzsek; tüketicileri, tabiî anlamda gerçek sahipler olarak değerlendirmek ve hukukî anlamda malikler olarak telâkki edilen kimseleri diğer insanların mülkiyetinin idarecileri olarak betimlemek zorundayız. Mamafih bu, bizleri, kelimelerin kabul edilen anlamlarından epey uzaklara götürecektir. Yanlış yorumlamadan kaçınmak için mümkün olduğu kadar yeni kelimelere başvurmamak ve hiçbir zaman belirli bir fikri ileten bir şey olarak kabul edilen geleneksel kelimeleri –tamamıyla farklı bir anlamda- kullanmamak, arzuya şayandır. Netice itibarıyla, belirli bir terminolojiyi inkâr etmeksizin, gelin sadece, işbölümüne dayalı bir toplumda üretim vasıtalarının mülkiyetinin esasının işbölümünün olmadığı bir yerdekinden farklılaştığını ve bu mülkiyetin herhangi bir iktisadî düzendeki tüketim mallarının mülkiyetinden esas itibarıyla farklı olduğunu, bir kez daha vurgulayalım. Herhangi bir yanlış değerlendirmeden kaçınmak için bundan böyle, genellikle kabul edildiği anlamıyla, derhal elden çıkarma/tasarruf gücüne işaret eden, “üretim vasıtalarının mülkiyeti” kelimelerini kullanacağız.