Öjenik Düşüncenin Kökleri
Ertuğrul Eryücel, Ulus İnşâ Sürecinde Öjenik Siyaset ve Irkçılık, ss. 51.
1. Eski Yunan
Veraset yoluyla insan hayatına iyi ve üstün özellikleri vermek, bir başka deyişle öjenik bir ideali tatbik etmek arzusu çok eskidir. İnsanın tefekkür hayatı ile başlamış olması muhtemeldir. Bu anlayışın ilk izlerine Eski Yunan toplumunda rastlanmaktadır. M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış Eski Yunan şairi Megaralı Theognis: “Cins koçlar, cins eşekler, cins atlar arıyoruz ve iyi bir cinsin iyi bir cinsten geldiğine inanıyoruz. Hâlbuki soylu bir adam soysuz bir babanın soysuz kızı ile evlenmekte asla tereddüt etmiyor. Halkımızda soyların bozulduğuna şaşmayınız, çünkü soyluyla soysuz karışmaktadır” demektedir (akt.Çambel,1946:13-14).
Bundan bir yüzyıl sonra, M.Ö. 5. yüzyılda Platon, Devlet adlı eserinde insanların hayatlarının her alanını düzenleyecek prensiplerden bahsetmiştir. Platon, ideal devlet anlayışının sınıflı toplum tasarımında, üstün soy yetiştirme amacı için üstün niteliklilere evlenme ayrıcalığı tanırken; zayıfların üremesini sınırlandırarak, “öjeniği” ve “kalıtımcılığı” savunmuştur.
Platon eserinde, ideal devlet amacına ulaşmak için evlenmelerin nasıl yararlı kılınabiliceğini tartışmıştır. Ona göre iyi köpek ve kuş ırkları elde etmek için, en iyiler en iyilerle çiftleştirilir. Üremede bunlar göz önüne alınmazsa, köpeklerin kuşların ırkı bozulur. İnsan ırkı için de aynı durum söz konusudur. Devlet içinde üstlendiği görevin öneminden dolayı “koruyucu sınıfın” en üstün niteliklere sahip olması gerekir. Bu yüzden koruyucu sınıfının erkekleriyle kadınlarının en iyilerinin en fazla, en kötülerinin de en az çiftleştirilmesi gerekir. Bu çiftleşmelerden doğan çocuklar devlet tarafından yetiştirilmelidir ki; bu üstün özellikler kaybolmasın. Doğacak çocukların sayısını da devlet adamları belirleyecektir. Bu sayı savaşlara, hastalıklara ve başka sebeplere göre azalıp çoğalacaktır. Öyle ki devlet nüfusun azalmasını da çoğalmasını da önleyecektir. Ayrıca evlenecek eşler kurnazca düzenlenmiş hileli kuralarla seçilecektir. Böylece soyları iyi olmadığı için seçilmeyen yurttaşlar, devlete değil; kaderlerine küsecektir. Ayrıca savaşta ve başka işlerde devlet adına önemli yararlılıklar gösteren koruyuculara, kadınlarla daha fazla yatma hakkı tanınmalıdır ki; kendilerinden olabildiğince fazla döl alınabilsin (Platon, 2005:458-460).
Platon’dan sonra öğrencisi Aristo da aynı konulara değinmiştir. Aristo’ya göre; bir devletin nüfusu ne çok fazla, ne de çok az olmalıdır. Çünkü çok büyük bir nüfusun yasalara uygun olarak yönetilmesi zordur. Eğer bir şehrin nüfusu çok az olursa, bu kez de zorunlu ihtiyaçların karşılanması sıkıntıya girer. Devlet, işlevlerini en iyi şekilde ne çok büyük ne de çok küçük olduğu takdirde yerine getirebilir (Aristoteles,2005:203-204). Bir başka deyişle; devletin nüfusu, ihtiyaçlarının tümünü karşılayabilecek kadar büyük ve kolayca denetlenebilecek kadar da küçük olmalıdır. İşte bu ekonomik ve siyasal sebeplerden dolayı, devlet seksüel prodüksiyonu selektif olarak düzenlemelidir. Devlet, selâmeti açısından çocukların daha en başından dünyaya sağlıklı gelebilmeleri için hangi insanların birbirleriyle evlenip, hangilerinin evlenmemesi gerektiğine müdahale etmelidir. Aristotales kitabında gebe kalma dönemi, hamilelik dönemi ve çocuk büyütmeye dair temel prensipleri de belirtmiştir.
Eski Yunan medeniyet dünyasında, bu kadar açık şekilde büyük otoriteler tarafından telâffuz edilmiş ve biyolojik veraseti esas alan öjenik ideal; özellikle Hristiyanlığın etkisiyle düşünce hayatından silinmiştir. Hristiyanlığın disjenik sınıfları ve fertleri koruyucu tavrı ve Kilise tarafından bu kişilere ve sınıflara yapılan filantropik yardımlar, iyi nesil yetiştirme idealinin rafa kalkmasına neden olmuştur (Çambel,1946:15).
2. Darwinizm
Öjenikle ilgili düşüncelerin yeniden canlandığı dönem 19. yüzyıldır. Ünlü İngiliz bilgini Sir Francis Galton öjeniğin kurucusu kabul edilir. Öjenik düşüncenin geçmişi, Eski Yunan’da iyi cins kuşların ve köpeklerin yetiştirilmesinde izlenen yolların, insanlara da uygulanılmasının istendiği M.Ö. 6. yüzyıla dek gitse de; “eugenics” terimini ilk defa kullanan ve onu tanımlayan Francis Galton’dur (Şenel,1993:64).
Öjenik, Francis Galton (1822-1911) tarafından kurulmuştur. Galton, kuzeni Charles Darwin’in (1809-1882) “doğal seleksiyon” kuramından faydalanarak öjenik kavramını geliştirmiştir (Galton,1909:287-288; Bashford ve Levine,2010:5).
19. yüzyılda hayatla ilgili kuramların en önemlisi, ismi Charles Darwin’in ismiyle özdeşleşmiş olan evrim teorisiydi. Evrim teorisi, dünyadaki türlerin değiştiğini ve birbirinden hâsıl olduğunu iddia ediyordu. Bu kurama göre; canlılar basitten karışığa doğru sürekli bir evrim geçiriyordu. Türlerdeki bu dönüşüme Türkçe “seçme” ya da “ayıklanma” İngilizce terim kullanılırsa “seleksiyon” deniyordu (Toprak,2012:323-324).
Charles Darwin, evrimin nedeni olarak özel bir etkeni vurguluyordu. Bu etken hayat mücadelesi yoluyla “doğal seleksiyon”du. Seleksiyon bir doğa yasasıydı. Doğa kendi varlıklarını sürdüremeyenlere acımıyordu. Zayıfların akıbeti ölümdü. Gerek besin maddeleri, gerekse diğer ihtiyaçlar nedeniyle canlılar arasında amansız bir mücadele vardı. Buna “hayat için mücadele” deniyordu. Doğa canlılar için geniş ve serbest bir savaş alanıydı. Her canlı kendine göre silahlarla donanmış bir savaşçıydı. Hedefi yaşamak ve bu savaşa katılarak zafere ulaşmaktı. Sonuçta en güçlü ve hak edenin varlığını sürdürmesi sağlanıyordu (Toprak,2012:324-325). Darwin’in eserinin tam adı bu konuda fikir verebilecek nitelikteydi. Türkçeye Türlerin Kökeni olarak çevrilen kitabın orijinal ismi: The Origin of Spicies by Means of Natural Selection or the Preservation of Favoured Races in the Struggle of Life (Doğal Ayıklanma Yoluyla Türlerin Kökeni ya da Üstün Irkların Hayat Mücadelesinde Ayakta Kalması). Burada üstün ırklar deyiminin hayvan ve bitki ırkları için kullanılmış olması, insan ırklarından söz edilmemesi, Darwin’in yaşam savaşına ve doğal ayıklanmaya ilişkin kuramlarının içine insanları ve toplumları almadığı anlamına gelmez. Çünkü kitapta kuramın insan türüne uygulanmayacağı yönünde bir söz bulunmadığı gibi, Darwin Türlerin Kökeni'nden on iki yıl sonra yayınladığı the Descent of Man adlı kitabında kuramı, insan türüne kendisi uygulamaktadır (Şenel,1993:20-21).
Öjenizm, Darwin’in tezleri üzerine inşâ edilmiştir. Nitekim Galton öjenik kavramını ortaya atarken, Darwin’in kuramından hareket ettiğini ifade etmiştir. Bu açıdan öjenik Darwin’in doğadaki türler için öngördüğü “ayıklanma” kuramının, insan türü için de geçerli olduğu inancından doğmuştur. Öjenik, Darwin’in kuramının insan türüne uygulanması olarak ifade edilebilir (Paul ve Moore, 2010:28-29; Bashford ve Levine, 2010:5-6).
Darwin, “doğal seleksiyon” yoluyla “evrim” fikrini ve evrim sonucu her unsurda oluşan dönüşümün verâset/kalıtım yoluyla yeni nesillere aktarıldığını ileri sürmüştür. Francis Galton, kuzeninin bıraktığı bu mirastan faydalanarak öjenik toerisini oluşturmuştur (Kevles,1986:7-8). Francis Galton ilk olarak 1869 yılında çıkan Hereditary Genius (Kalıtsal Dehâ) adlı kitabında, zihinsel vasıfların kalıtım/verâset yoluyla gelecek kuşaklara aktarıldığını iddia etmiştir. (Şenel,1993:64). Francis Galton eserinde “doğal seçme” fikrinden yola çıkarak 300’e yakın seçkin aileyi incelemiş ve dehânın “yetişme” ve “çevre”den ziyade, “yaratılış” ve “kalıtımla” ilgi olduğunu savunmuştur (Maksudyan,2007:28-29).
Araştırmasında aklî kabiliyetin kalıtımsal olduğunu kanıtlayan Francis Galton, sonuç olarak insan ırkının ıslahı imkânı ve bunun arzuya şayanlığı üzerinde durmuştur. Nihayet 1883’de yazdığı Inguiries into the Human Faculty and The Development (İnsan Kabiliyeti ve Gelişimi Üzerine Araştırmalar) adlı eserinde “öjenik” (eugenics) kavramını ortaya atmış ve onu şöyle tarif etmiştir: “Öjenik, gelecek nesillerin bedensel ve ruhsal ırkî vasıflarını ıslah edebilen veya bozabilen, sosyal kontrol altındaki etkenleri inceleyen bilimdir” (Galton,1883:24-25).
Darwinizm, doğada bir hayat mücadelesi olduğunu ve hayat mücadelesinin bir eliminasyon olduğu zaman evrime yol açacağını savunuyordu. Darwinizm’de güçlü olanın hayatta kalması fikri, öjenik düşüncede ırkın/milletin “fit” unsurlarının bir başka deyişle; beden ve dimağ açısından sağlıklı unsurlarının çoğaltılması fikri ile örtüştürülür. İnsanlığın ilerlemesi için sadece “fit” olanlar yaşamalıdır fikri ile desteklenir. Bu durumda devletten beklenen “fit” olanların çoğalmasını sağlamak iken, “unfit” olanların çoğalmasının önüne geçmektir. Ancak bu şekilde insanlığın evrimi/ ilerlemesi gerçekleşecektir (Lynn,2001:17-18).
Darwin’in türlerde evrim sonucu değişimlerin elde edilebileceği ve bunların kalıtımla gelecek nesillere aktarılabileceği görüşü, “öjenizm” ve “Sosyal Darwinizm” için hareket noktası olmuştur. Bu kuramdan hareket eden düşünürler, ırkların/milletlerin gelişimi ve yaşam mücadelesinde üstün hale gelebilmeleri için teoriler geliştirmişler, politikalar önermişlerdir. Tüm bu önlemleri içeren öjenik siyaset, 1800’lerin sonundan itibaren devletlerin uygulama alanına girmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra ise altın çağını yaşamıştır. İki dünya savaşı arası dönemde, öjenik politikaların tartışılmadığı ve uygulanmadığı Batı ülkesi yok gibidir (Bashford ve Levine,2010:11; Turda ve Weindling,2007:6).
3. Sosyal Darwinizm
Sosyal Darwinizm, 19. yüzyılın sonlarından İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Avrupa’da ve Amerika’da en yaygın düşünce akımlarından biridir. Sosyal Darwinizm, Darwin’in Türlerin Kökeni adlı eserinde geliştirdiği “doğal seleksiyon/ayıklanma” kuramının, gruplar (toplumlar, uluslar veya ırklar) arası ilişkiler için de geçerli olduğu görüşüdür (Ünder,2003:427).
Sosyal Darwinizm, ırkı ve genetiği temel alarak insanlığın evrimini açıklamaya çalışmaktadır. Buna göre; dünyadaki varolan insan grupları arasında bir “yaşam mücadelesi” vardır. Bu açıdan bakıldığında dünya, toplulukların (klan, aşiret, ulus, ırk) sürekli olarak “yaşam savaşı” verdikleri bir arenadır. Mücadelede diğer gruplara üstünlük sağlayanlar (fit olanlar) seçilir. Bu da “milliyetçilikle”, “ırkçılıkla”, “emperyalizmle” ve “militarizmle” eklemlenir. Örneğin; sömürgeci bir ulus ya da ırk, sömürülen gruba göre genetik bakımdan daha üstün olduğu için sömürür, diğeri de genetik bakımdan daha aşağı olduğu için sömürülür. Fit olan ulusun ya da ırkın; fit olmayan üzerinde hâkimiyet kurması, onu ortadan kaldırması normaldir ve hatta “ilerleme” adına arzu edilendir. Savaş, gruplar arası doğa gereği mücadelenin kaçınılmaz bir tezahürüdür. Barış dönemleri geçici bir ateşkesten başka bir şey değildir. Özetle Sosyal Darwinizm insan gruplarının birbirine düşman olduğu, hayatta kalmak için birbiriyle dişe diş sürekli mücadele etmek zorunda kaldığı savaş halidir(Ünder,2003:428).
“Yaşam için mücadele” ve “doğal ayıklanma” süreci, devletler ve milletler arasındaki ilişkilere indirgendiğinde güçlü olan devletler/milletler ayakta kalacak; zayıf olanlar yok olup gidecektir. Bu varolma savaşında ayakta kalmak isteyen devletlerin/milletlerin takip etmesi gereken siyasal doktrin gayet basittir: “Öjenizm”. Dolayısıyla bazı düşünürler tarafından “Sosyal Darwinizm”, “öjenizm” ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Öjenizm toplumsal ilerlemeye biyolojik bir yaklaşımdır. Öjenizme göre; nüfusun fit unsurlarını çoğaltmak, fit olmayan unsurlarının ise; çoğalmasını engellemek gerekmektedir. Böylelikle toplumda daha üstün bireyler meydana gelecek ve toplumsal ilerleme sağlanacaktır. Bunu gerçekleştirmek için “devlet müdahalesi” ve “toplumsal mühendislik” kaçınılmazdır. Bu görüşleri ilk dile getiren düşünür Darwin’in kuzeni İngiliz Francis Galton (1822-1911) olmuştur. Galton, “Darwinizm”den yola çıkarak” Sosyal Darwinizm”in temellerini atmıştır (Doğan,2012:65-66).
Bir milletin/ırkın insan kaynağının geliştirilmesi ve bu yolla toplumsal yaşamın her alanında (sosyal, ekonomik, askerî vb) ilerlemenin sağlanabilmesi için insan bedenine ve hayatına hükmedilmesi gerektiğini ifade eden “öjenizm”; hayatı milletler/ırklar arası bir mücadele olarak gören “Sosyal Darwinizm”in tipik bir yansımasıdır (Paul,2006:214). Öjeniğin 19. yüzyılın sonundan itibaren Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde uygulanması, bu ülkelerde hâkim olan Sosyal Darwinist düşüncenin ürünüdür.
En güçlü olanın hayatta kalması ve evrim sonucu elde edilen değişimlerin kalıtım yoluyla gelecek kuşaklara aktırılacağı fikri, diğer bir deyişle; evrimin/gelişimin sürekli olduğu fikri, öjenik için sağlam bir temel olmuştur (Kevles,1986:21). Herkesin herkesle savaşı konumundaki Westphalia düzeninde ayakta kalmak ve ilerlemek isteyen devletler, kendi milletlerinin üstün özellikli olabilmesi için ıslah esaslarına dayanan tedbirler geliştirmişlerdir. Bunun sonucu olarak öjenik hareket, 1800’lerin sonunda ilk olarak ABD’de uygulanmaya başlamış; iki dünya savaşı arası dönemde hemen hemen tüm Batı ülkelerinde zirve yapmıştır (Adams,1990a:4-5).
4. Genetik Bilimi ve Mendel Kanunları
Öjenik düşüncenin ortaya atılmasından sonra, kısa süre içinde hızlı şekilde yayılmasına yol açan gelişme; insandaki tüm karakterlerin “gen”ler tarafından belirlendiğini ve “Mendel Kanunları”na dayanılarak seçici biçimde insan üretmenin mümkün olduğunu ileri süren “genetik bilimi”nin kurulması olmuştur. 1900’lerin başından itibaren öjenik uygulamalar, genetik/verâset biliminin esaslarına göre düzenlenmiştir. Böylelikle öjenik düşünce içinde “var olma mücadelesi”nin genetik temelleri de ortaya konulmuştur (Lynn,2001:30).
Genetiğin/verâset biliminin kurucusu Gregor Mendel’dir (1822- 1884). Verâset biliminin klasik kanunları Gregor Mendel tarafından bulunmuştur. Brünn Manastırında rahip olan Gregor Mendel; 1860 yılında bitkilerin verâseti üzerine deneyler yapmış, bu deneyler sonucunda ulaştığı kanunları, 1865 yılında matematiksel olarak formüle etmiştir. Mendel’in binlerce deney sonrasında elde ettiği ve matematiksel olarak ifade ettiği bu esaslara, “Mendel Kanunları” adı verilmiştir. Mendel, kanunlarını çok fazla takip edilmeyen bir dergide yayınladığı için; bu kanunlar uzunca bir süre tanınmamıştır. 1900’lü yılların başlarında birbirinden bağımsız olarak çalışan Hollandalı “Hugo de Vries”, Alman “Carl Correns” ve Avusturyalı “E. Tschermak” isimlerini taşıyan üç biyoloğun bu kanunları keşfedip yeniden gündeme getirmeleriyle, “Mendel Kanunları”ndan tüm dünya haberdar olmuştur (Gotschlich,1938:8).
Mendel, araştırmaları ile verâset/kalıtım özelliklerinin kuşaktan kuşağa geçişi ve bu geçişteki matematiksel mâhiyeti incelemiştir. Mendel’in çalışmaları, o dönemde Darwin ve daha başka birçok biyoloğun düşündüğü şekilde, atalardan gelen özelliklerin “kan” yoluyla yeni oluşan yavruya geçtiğini göstermiştir. Kalıtımı sağlayan ve atalardan yavruya geçen bu parçacıklara Wilhelm Johanssen, 1909 yılında “gen” adını vermiştir (Anfinsen,1961:16).
Genetik/verâset bilimine göre; insan hayatında irsî faktörler sabit olup değişmeden sonraki nesillere intikal ediyordu. Verâset/ genetik konusundaki gelişmeler, kişinin sonradan kazandığı özelliklerin sonraki nesle intikal etmediğini gösteriyordu. İstatistik ve deneylerle ortaya çıkarılan veraset kanunları, alınacak öjenik tedbirler için esas teşkil ediyordu (Gotschlich,1938:13). Buna göre; irsî hastalıklar da diğer irsî farikalar gibi “Mendel Kanunları”na uygun olarak gelecek kuşaklara intikâl ediyordu. Yine aynı şekilde zekâ ve resim, müzik, sanat, bilime istidat gibi üstün kabiliyetler de irsî olarak intikâl ediyordu. Buna göre akıl hastalıkları, sara, akıl noksanlığı, psikopatlık, doğuştan körlük, doğuştan sağırlık, canilik, serserilik, fahişelik, dilencilik gibi durumların irsî olarak tevarüs ettiği kabul ediliyordu.
Mendel çizgisi öjenik anlayışına göre; dünyaya gelen bir bebek Rousseau, Tolstoy ve diğer bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi; şekilsiz, nötr ve ancak toplumun etkisiyle iyiye ya da kötüye sevk edilebilen bir canlı değildi. Çocuk yalnız birkaç kilo et ve nötr bir dimağla değil; binbir çeşit inkişâfın tohumları ile dünyaya geliyordu. Bu tohumlar yalnız anne ve babanın değil, tüm atalar zincirinin etksini taşıyordu (Irmak,1941:29).
Mendel taraftarlarına göre; atalarımızdan aldığımız vasıfları değiştirme imkânı yoksa bile, gelecek nesillere en iyi özellikleri verebilmek için öjenik tedbirlerden faydalanılmalıydı. Bir taraftan evlilik muayenesi, eş seçimi, kısırlaştırma, hadım etme, izalasyon gibi tedbirlerle istenmeyen unsurlar, zararlı nitelikler bertaraf edilirken; diğer taraftan seçici çiftleşmeler, mali teşvikler vb. tedbirlerle beden ve dimağ olarak üstün unsurların çoğalması teşvik edilebilirdi. Uygulanacak öjenik politikanın amacı; bir taraftan anne ve babada mevcut hastalıkların ve malûliyetlerin gelecek nesillere intikâl etmemesini temin etmekken, diğer taraftan üstün özelliklerin ve kabiliyetlerin olabildiğince çoğalmasını sağlamaktı (Gotschlich,1938:6).
5. Lamarckizm
Öjenik düşüncenin Darwin-Galton-Mendel yönünde gelişen “nature” çizgisinin yanında; birde Lamarck’ın görüşleri üzerine inşâ edilen “nurture” çizgisi olmuştur. Öjenik düşüncede Galton- Mendel (nature) çizgisi, o dönemde Darwin ve daha başka birçok biyoloğun düşündüğü şekilde, atalardan gelen özelliklerin, “kan” yoluyla çocuklara intikâl ettiğini savunmuştur. Bu anlayış, zekâ ve yetenekler gibi akıl hastalıkları, sara, akıl noksanlığı, psikopatlık, doğuştan körlük, doğuştan sağırlık gibi bazı hastalıkların ve canilik, serserilik, fahişelik, dilencilik gibi sosyal bozuklukların irsî olarak tevarüs ettiğini savunmuştur. İrsen intikal eden beden ve ruh farikalarının sabit olduğunu iddia eden Galton-Mendel çizgisi, kişilerin sonradan kazandığı özelliklerin ise, çocuklarına intikâl etmediğini savunmuştur.
Öjenik düşüncenin “nurture” çizgisi Jean-Baptiste Lamarck’ın kuramı üzerine inşâ edilmiştir. Lamarck’a göre; canlı muhite intibak için mücadele ederdi. Muhit dönüşüme uğrarsa; canlı da yeni koşullara intibâka çalışırdı. İhtiyacı belirleyen muhitti. İhtiyaç canlının organını dönüştürür ya da yeniden yaratırdı. Bu nedenle türler arasındaki değişimin nedeni, “muhite intibak” yani ortama uyum sağlama meselesiydi. “Lamarckizm” olarak adlandırılan bu kuramın (Toprak,2012:318) öjenik açıdan önemi, canlıların çevreyle etkileşim sonucunda yeni özellikler kazandıklarını ve bu özellikleri sonraki nesillere kalıtım yoluyla aktardıklarını savunmasıdır. Lamarckizm’in kalbi, sonradan kazanılan özelliklerin aktarılması fikridir. Bu kuram, kişinin “eğitim” ve “çevre”nin etkisiyle kazandığı özellikleri sonraki nesillere aktarabileceğini savunur. Lamarckizm bu açıdan, insan gruplarının ve ırklarının ayrıcalıklarının değişmez olduğu ve ırkî özelliklerin eğitim, çevre vb. faktörlerin etkisiyle değiştirilemeyeceğini iddia eden ırkçı öjenik ile çatışma halindedir. Lamarckian öjenik, çevresel koşulların iyileştirilmesi üzerine kuruludur. Lamarckian öjenik çizgisinin odağı; koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, salgın hastalıklarla mücadele, cinsel hastalıklarla mücadele, alkolizm ve uyuşturucu madde kullanımı ile mücadele, püerikültürün geliştirilmesi, anne sağlığı, başta alt gelir grupları olmak üzere halkın bakım, beslenme, barınma şartlarının iyileştirilmesi gibi çevresel koşullardır (Schineider,1982:271).
Dünya ülkeleri içinde “ABD”, “Almanya”, “İngiltere” ve “İskandinav ülkelerinde” öjenik siyaset Galton-Mendel çizgisinde gelişirken; “Fransa”, “Rusya”, “Türkiye” ve “Latin Amerika ülkelerinde” Lamarckian çizgide gelişmiştir. Galton-Mendel çizgisinde gelişen öjenik siyaset anlayışı, daha çok negatif öjenik tedbirler yönünde gelişirken; Lamarckian çizgide gelişen öjenik siyaset anlayışı, pozitif öjenik tedbirler üzeride durmuştur. Öjenik siyasetin ırkçı boyutu Mendel çigisinde daha belirginken; Lamarckian çizgi, ırkçı öjenik ile çatışma halinde olmuştur.
Kitabı satın almak için;
Ulus İnşâ Sürecinde Öjenik Siyaset ve Irkçılık