Özal’ın Milliyetçilik Politikası
Türkiye’de hem sol, hem de sağ siyasetin temel ideolojilerden biri olan milliyetçilik, Cumhuriyet dönemiyle birlikte hem yeni Türk devletinin inşasında, hem de Türk millî kimliğinin tanımlanmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Daha çok kültürel ve etnik bir temelde ele alınan milliyetçilik, salt bir ideoloji olarak değil, belli bir zihniyet dünyasını yansıtması açısından da Türk siyasetinin temel bir “ilkesi”, “değeri” ve “dinamiği” hâline gelmiştir. Cumhuriyet rejimi de, bu açıdan dinî değerler, figürler ve sembollerden arındırılmış bir etno-milliyetçilik anlayışıyla Türkiye’de, seküler menşeli sosyal bir ethos (değerler bütünü) yaratmaya çalıştı. Milliyetçiliğin oluşumuna ve Türk ulus kimliğinin inşasına yönelik bu resmî politikalarda; yurttaşlık veya liberal-bireyci değerler yerine dil, ırk ve tarih birliği gibi etno-kültürel yönelimli unsurlar yer aldı.
Taha Parla (1995:210), bu tespitten hareketle Kemalist milliyetçiliğin özü itibariyle iki farklı yüzü bulunduğunu iddia etmektedir. Ona göre, Kemalist Türk milliyetçiliği daha çok iç politikada hukukî ve kültürel yönü ağır basan birinci yüzü yanında, ezilmiş ulusların savunmaya dayalı milletçiliğini de aşan, ırki ve etnik tonu daha ağır olan bir ikinci yüzü daha vardır. Bu milliyetçi yüz; benliğini bulma, özgüvenini kazanma çerçevesini aşarak, sosyolojik ve tarihsel bir çerçeveden, doğal, sabit, üstün, millî karakter/seciye anlayışına sıçramış ve iç siyasette etnik egemenlikçi bir yapıya bürünmüştür. Ancak, etnik egemenliğe dayalı bu milliyetçilik anlayışı, öteki kimlikleri Türk kimliği adı altında birleştirmeyi amaçlamış ve bu anlamda homojen/korporatist bir Türk toplumu tahayyül edilmiştir. Bu yeni Türk toplumunu oluşturacak tarihî ve doğal unsurlar ise, Atatürk tarafından 1929 yılında şu şekilde sıralanmıştır:
- Siyasî varlıkta birlik,
- Dil birliği,
- Yurt birliği,
- Irk ve kök birliği,
- Tarihî yakınlık,
- Ahlâkî yakınlık*
Böylece Kemalist düşünce, Türk kimliğini tanımlarken, tarihsel ve kültürel yakınlık ile etnik birliği bir ölçü olarak ele almıştır. Burada dikkatimizi çeken diğer bir husus da, Kemalizm’in millet kavramından, dinsel sembol ve değerleri arındırmış olmasıdır. Gerçekten de Kemalistler, kendilerini seküler bir hareket/ideoloji olarak kanıtlama eğilimi içinde olduklarından, din öğesini millet tanımından çıkartmaya çalıştılar (Dumont, 1999:56). Nitekim bu dönemde kültürel devrimler adı altında yapılan yasal düzenlemeler, dinsel pratikler ve dinî kurumlar, kamusal alanın dışına çıkarmaya çalışılmıştır.
Türkiye’de Kemalizm’in bu hukuksal-kültürel ve etnik temelli milliyetçilik anlayışı, Özal iktidarının başladığı 1980’li yıllarla birlikte inkıtaa uğradı. Gerçi her ne kadar 12 Eylül darbesi, Kemalist rejimi ve Atatürk ilke ve inkılâplarını yeniden tesis ederek, Türk milliyetçiliğine ve İslam dinine vurgu yapan yeni bir siyasal kimlik -Türk-İslam sentezini- yaratmaya çalıştıysa da, Özal, uyguladığı liberal-muhafazakâr politikalarla, hem Kemalizm’in resmî milliyetçilik anlayışını budamaya çalışmış, hem de muhafazakâr değerlere, dinsel inanç ve pratiklere kamusallık kazandırmıştır. Diğer bir deyişle Özal, milliyetçiliği, ulus ve devletin nerdeyse özdeş tutulduğu ve etnik kimliğe vurgu yapıldığı bir düzlemden; dünya vatandaşlığını, bireyci ve liberal değerleri ve sivil toplumu öne çıkaran, girişimci, rekabete açık bir düzleme doğru çekmiştir. Özal’da milliyetçilik, etnik veya ırk temelinde yükselen bir değer/ideoloji olmaktan ziyade, ekonomik açıdan diğer toplumlarla rekabet edebilme, onlarla bu anlamda mücadele edebilme çabası olarak görülebilir.
Özal’ın milliyetçiliği; doktriner, siyasal veya ideolojik değildir. Tam tersine onun temel felsefesini de oluşturan ekonomizm, milliyetçilik politikası için de geçerlidir. Daha açık bir tanımlamayla Özal, milliyetçiliği, “ekonomik liberalizmle ilintilendiriyor, toplum içinde, Batılılaşmış seçkin kesimlere karşı duyulan ezikliğin yarattığı tepkinin, ‘millilik’ veya milliyetçilik çerçevesinde ifadesine paralel olarak, Batı karşısındaki eziklik hissi ve milliyetçilik üzerinden kendi ekonomik politikasını popüler kılma yolunu buluyordu” (Mert, 2007: 134). Bu amaçla Özal, milliyetçilikten söz ederken sık sık, Türkiye’nin siyasî ve ekonomik gücünü artırmak, dünyadaki gelişmiş toplumlarla rekabet edebilmek ve Türkiye’yi itibarlı bir güç hâline getirmekten söz etmiştir. Konuşmalarında milliyetçiliği, bir ırkçılık veya bir ırkın üstünlüğü olarak düşünmediklerini vurgulayan Özal, milliyetçiliği daha çok, millî birlik ve beraberliğin, milletin bağımsızlık ve bütünlüğünün, ülkenin bölünmezliğinin, Cumhuriyet’in ve demokrasinin korunması olarak algıladıklarını dile getirmiştir.*
21 Şubat 1988’de İzmir İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada Özal (1988a:131), kendi milliyetçilik anlayışlarının basit ve başkalarınınki gibi şovenist olmadığını vurgulayarak bu konudaki düşüncelerini şu şekilde açıklıyordu: “Milliyetçilik anlayışımız, bu memleketi ileriye götürmek isteyen, diğer milletlerle rekabet ettiren ve daha önde olmamız için çalışmanın elzem olduğunu anlatan bir anlayıştır. Biz milliyetçiliği bir nevi milletler arasında yarış diye görüyoruz.” Dolayısıyla Özal, başka ülkelerle yarışmayı, milliyetçiliğin en önemli özelliği olarak görmektedir. Başka bir konuşmasında milliyetçilik anlayışlarıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmıştır:
“Bizim milliyetçiliğimiz, Avrupa’dan geri kalmama milliyetçiliğidir, onunla yarış etme milliyetçiliğidir. Ben milliyetçiliği böyle anlıyorum. Yoksa ‘Komünistler Moskova’ya’ diye bağırmakla milliyetçilik olmaz.” Özal, aynı zamanda tarihsel romantizme kapılarak ve geçmişle övünerek milliyetçi olunamayacağını, bu anlamda milliyetçilikte esas olanın bugün itibariyle diğer ülkeler karşısında önde olabilmek, onlarla mücadele edebilmek olduğunu, 1991’de yaptığı şu konuşmayla dile getiriyordu. ‘Fatih Sultan Mehmet şunu yaptı’, “Yavuz Sultan Selim şunu yaptı” diye geçmişle övünmek, milliyetçilik değildir. Milliyetçilik, toplumların o anda, kendi yaptıkları işlerle övünebilmesidir” (Barlas, 2001:126). Bu konuşmalardan da anlaşılacağı üzere Özal açısından milliyetçilik kavramının etnik, kültürel ve ideolojik yönü çok önemli olmadığı gibi, resmî ideolojinin etno-kimlik merkezli bir toplum yaratma tahayyülü de çok anlamlı olmamıştır. Özal için önemli olan, tıpkı birçok konuda olduğu gibi bu konuda da diğer toplumlarla her açıdan rekabet edebilmek ve özellikle ekonomik kalkınma ve gelişmede başarılı olabilmektir.
Millet kavramının tanımı konusunda da Özal, Kemalizm’in resmî milliyetçilik anlayışından uzaklaşmaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi yeni Türk devletini kuran Cumhuriyetçi seçkinler, ulusal bir toplum ve tarih bilinci yaratma noktasında milliyetçiliği temel bir öğe olarak ele almışlar. Nitekim bu dönemde yeni Türk devletinin tarihi, Osmanlı İmparatorluğu atlanarak Orta Asya’dan başlatılmış, eski Türk uygarlığı ve devletleri yeniden keşfedilerek, tarihsel bağlamda organik bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Kemalizm, ulusal bir kimlik yaratma konusunda, farklı kimlikleri -bir üst kimlik olarak- Türk kimliği adı altında tanımlamış ve din unsurunu bu tanımın dışında tutmuştur. Oysa Özal, dünya vatandaşlığından söz ederek evrensel kimlikleri ve bireysel özgürlüğü vurgulamış, Anadolu’nun sosyolojik açıdan çok farklı etnik ve dinî kimliklere sahip olduğunu ve bu kimlikleri birarada tutan bağın, aslında din unsuru olduğunu ve yine Cumhuriyetin de aynı şekilde Osmanlı’nın bir bakiyesi olduğunu iddia ederek resmî tezlerden ayrılmıştır.
Özal, bu düşüncesini yaptığı şu konuşmayla açık bir biçimde ortaya koymuştur: “Bizim milletimiz, eğer şu kökten gelmiş diye milliyetçiliği böyle tarif edersek, biz milleti parça parça ederiz. Biz bir imparatorluğun (Osmanlı) bakiyesiyiz. Her taraftan gelmiş insanlar var… Yugoslavya’dan gelmiş, Rumeli’den gelmiş, Kafkasya’dan gelmiş, Arabistan’dan, Libya’dan gelmiştir. Kabul ediniz ki, bir taraftan da kültür yelpazemizde geniş, çok koyu dindar olanlar olduğu gibi, Avrupa’ya çok yakın olduğumuz için, Avrupa ile 150 senelik ilişkimiz olduğu için, çok Avrupalı görünenler de var. Biz bu cemiyeti kapsamak, kavramak mecburiyetindeyiz. Ben milliyetçiliği bütün milleti bölmeyen, parçalamayan bir bütün olarak alıyorum” (Özal,1989a:162). Bu konuşmasıyla Özal’ın, bir anlamda Kemalizm’in tarih ve toplum anlayışını, millet ve milliyetçilik politikasını farklı dinamiklerle/paradigma-larla yeniden kurmaya, daha doğrusu dönüştürmeye çalıştığını söyleyebiliriz.
Kısacası Özal, milliyetçiliği; tarih, dil, ırk ve kök birliği gibi etnik ve kültürel bir zeminden alarak, milletin varlığı, bütünlüğü, ülkenin birliği ve bölünmezliği gibi ilkeler/kavramlar yanında öteki toplumlarla yarışmayı ve rekabeti, liberalizmi ve bireysel özgürlüğü temel alan bir pragmatik anlayışa doğru çekmiştir. Nitekim 29 Mayıs 1986’da Türk Ocağı’nda yaptığı bir konuşmada Özal (1986a:661), bu düşüncesini şu şekilde açıklamıştır. “Bizim siyasî anlayışımızda milliyetçilik çok önemli bir yer tutmaktadır. Ama bunu sadece kuvvete dayanan bir anlayış içinde düşünmüyorum. Şurada, Türk Ocaklarının milliyetçilik anlayışını bir kere daha okumak istiyorum; “Türk Ocağı, Türk tarihi ve vatan şuuruna, kültür ve birliğe, milletimizin müşterek saadet ve ıstırap duygularına dayanan bir milliyetçi idealin kendisine ve bütün millete rehber ve kudret kaynağı olduğuna inanır. Bu geniş ve birleştirici görüşün tabii olduğuna, ilmî, millî, insanî ve demokratik esaslara uygun bulunduğuna inanıyorum. İşte inandığımız, hakikaten beraber olduğumuz milliyetçilik anlayışı budur.”
Duman, M. Zeki, Türkiye’de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal, Ankara: Liberte Yayınları, 2. Baskı, Kasım 2017, ss 270-276.
Kitaba ulaşmak için: Türkiye'de Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal