Siyaset ve Ekonomi
Eamonn Butler, Ayn Rand; Bir Giriş, ss. 65.
Rand’a göre iyi bir sosyal organizasyonun ilkeleri, elbette bilgimize ve onu şekillendiren gerçekliğe dayanan ahlâkî ilkelerimizin bir sonucudur. Sağlam felsefe, sağlam politika ve ekonomi için gereklidir.
Akılcı Siyasî İlkeler
Rand’ın siyaseti haklara, kişisel ve toplumsal eylemlerimiz arasındaki bağlantılara dayanır ve toplumsal eylemleri ahlâkî yasaya bağlar.
Haklar bireylerin izin almadan özgürce hareket edebilecekleri zamanı belirleyen ahlâkî ilkelerdir. Haklar başkalarının bir şeyi yapmasını gerektirmez, sadece saygı göstermelerini gerektirir. Başkalarının haklarına ahlâkî olarak ihlâl edemeyiz.
Rand’a göre haklar insan olarak doğamızdan kaynaklanır. Bütün insanlar olarak hayatta kalmamız onları bizim için hayati kılmaktadır. Hayat en yüksek değerimiz ve ahlâkî standardımızdır, dolayısıyla hayat hakkı en temel hakkımızdır. O olmadan var olamayız.
Ancak başka haklar da vardır. Bütün insan varlığı olarak uzun vadede hayatta kalmak ve gelişmek başkaları tarafından durdurulmaksızın düşünebilmemizi, değerlere sahip olmamızı, yargılarda bulunmamızı, seçimler yapmamızı ve seçimlerimizle tutarlı bir şekilde hareket etmemizi, motivasyonumuzu ve bakış açımızı sürdürebilmemiz gerektirir. Rand’a göre, bu başka bir hakkı da beraberinde getirir: özgürlük hakkı. Yani düşünmeyi seçme ve kendi yargımıza göre hareket etme hakkı.
Bu aynı zamanda mülkiyet haklarını, yani değer verdiğimiz maddi şeyleri edinme, saklama, kullanma ve elden çıkarma haklarını ifade eder. Bu da doğamızın bir parçasıdır. Sadece çevremizde yaşayarak değil, aynı zamanda tarım ve imalat gibi teknolojileri kullanmak suretiyle çevremizi değiştirerek hayatta kalırız. Hayatta kalmak için o teknolojiyi geliştirmekte ve ürettiğimiz maddi malzemeleri kullanmkta özgür olmalıyız. Mülkiyet haklarına getirilen kısıtlamalar hayata getirilen kısıtlamalardır.
Haklar Ne Değildir?
Rand hakların bize ‘toplum’ tarafından verilen bir şey olmadığını ileri sürüyor. Haklar bizi topluma karşı korur. Haklarımızın bedelini ‘bir şeyi geri vererek’ ‘ödemek’ zorunda değilizdir. Haklarımız bize başkalarından herhangi bir şey alma hakkı da vermez. Örneğin iş, ev, eğitim, tıbbi tedavi veya sosyal yardım ödemelerine dair ‘haklar’ diye bir şey yoktur, çünkü bunlar diğer insanların bunları sağlamasını veya bedelini ödemesini gerektirir.
Sadece bireylerin hakları vardır, grupların değil. Bireyler egemendir, kolektivist bir makine dişlisi değildirler. Hiçbir ‘kolektif ’, insanların zihinleri, çabaları veya ürünleri üzerinde hak sahibi değildir. Böyle bir hak onları bütün insan varlığı olarak hayatta kalmak için ihtiyaç duydukları şeyden mahrum bırakacaktır. (Ve yalnızca özgür, bağımsız, düşünen zihinler üretken olabileceğinden bu boşuna olacaktır; kolektivizmin her zaman başarısız olmasının nedeni budur, diyor Rand). Ancak, başkalarının yaşama, düşünme ve üretme haklarına saygı duymak hepimize fayda sağlar, çünkü yaratıcı, gelişen bir ekonomiyi ve toplumu teşvik eder.
Devletin Rolü
Haklar, güç kullanımının başlatılması yoluyla ihlâl edilebilir. Daha önce de belirtildiği gibi, bu duruma karşı tek cevap misilleme gücüdür. Ancak bunu kurbanlara bırakmak güvenli değildir, çünkü yanlış kişiyi suçlayabilirler veya orantısız şiddetle karşılık verebilirler. Bu nedenle, Rand’a göre, kendi kişisel güç kullanımımızdan vazgeçmeyi kabul ederiz ve güç tekelini, nesnel adaleti (yani ihlâlcilere karşı tarafsız, ölçülü güç kullanımını) uygulayarak haklarımızı koruyabilen bağımsız bir kuruluşa veririz. Bu kuruluşa devlet diyoruz.
Nesnel adaleti sağlama işlevi, devletin net ve nesnel ilkeleri takip etmesini gerektirir. Örneğin, birinin haklarının ne ölçüde ihlâl edildiğine ve bu ihlâlin kim tarafından gerçekleştirildiğine dair nesnel kanıt kuralları olmalıdır. Belirli eylemleri (Rand’a göre, iftira, küfür ve ticaretin kısıtlanması gibi genel, belirsiz kavramları değil) yasaklayan nesnel kanunlar ve uygun cezalar konusunda nesnel kurallar olmalıdır. Bu tür kurallar şiddetin aşırı veya yanlış yönlendirilmiş güç kullanılmadan caydırılmasına olanak tanır.
Devletin adalet rolünün bir diğer kısmı da sözleşmeleri uygulamaktır. Rand insanların yalnız hayvanlar veya sosyal hayvanlar değil, sözleşme yapan hayvanlar olduğunu iddia eder. Uzun vadeli planlama yaparız; iş birliği ve ticaret yoluyla hedeflerimizi geliştirmek için başkalarıyla anlaşmalar yaparız. Ancak bunun işe yaraması için insanların sözlerini tutmaları, icap ederse buna zorlanmaları gerekir. Ayrıca, gerçekte vaat edilenlerle ilgili anlaşmazlıkları çözecek bir yola da ihtiyacımız vardır. Yani yine, insanların dürüst anlaşmazlıklar yüzünden kavga etmesindense, kararı mahkemelere bırakırız.
Devlet Sınırlı Olmalı
Rand’ın bakış açısına göre, haklarımızı korumak devletin tek haklı rolüdür. Herkes özgürce rıza göstermedikçe, başka hiçbir devlet işlevi haklı gösterilemez, çünkü birisine dayatılan herhangi bir amaç o kişinin haklarını ihlâl eder. Dolayısıyla devlet vatandaşlara ne düşüneceklerini veya nasıl davranacaklarını söyleyerek onların entelektüel ve ahlâkî hayatlarına müdahale edemez. Üretim ya da dağıtımla, hatta yol, park, hastane ya da okul sağlamakla bile hiçbir ilgisi olmamalıdır.
Bu, çoğunluğun ne yapacağımızı belirlediği demokrasi değildir. Devlet, vatandaşlarının yöneticisi değil, onların temsilcisidir. Daha ziyade, Rand’ın vizyonu, onu oluşturan bireylerin rızası üzerine kurulu bir cumhuriyettir.
Devletlere haklarımızı korumak için zor kullanma tekelini veririz, ancak bu yetkilerin kötüye kullanılması potansiyeli, devletleri haklarımıza yönelik olarak suçlulardan daha büyük bir tehdit haline getirir. Kendi güvenliğimiz için devlet sınırlı olmalıdır. Bir devletin zor kullanma tekelini nasıl kullanabileceğine sınırlar koymak anayasaların amacıdır.
Bu tür sınırlı, odaklı bir devlet bizi vergilendirme kötülüğünden de koruyacaktır. Rand, malımızın zorla alınması olarak verginin, sadece paramızın değil, aynı zamanda zihnimizin ürününün de çalınması anlamında hırsızlık olduğunu ısrarla belirtir. Özgür bir toplumda devletin az sayıdaki meşru işlevini sürdürebilmek için gerekli olan para gönüllü olarak toplanabilirdi, diye ekler.
Diğer Siyasî Felsefeler
Gördüğümüz gibi, bir işe, bir eve veya refaha ‘hak’ diye bir şey yoktur. Bireylerin bu tür şeylere sahip olmayan başka kişilere yardım etmesi tamamen ahlâkîdir, ancak kimseyi buna zorlayamayız.
Dolayısıyla otomatik bir güvenlik garantisi söz konusu olamaz. Devlet yardımı fikri, der Rand, her birimizin sadece bizden daha öncelikli bir kabilenin bir parçası olduğumuz şeklindeki kolektivist nosyondan gelir. Ayrıca, hükümetin kabilenin kaynaklarını nasıl kullanacağını en iyi bildiğini ve onları alma ‘hakkına’ sahip olduğunu varsayar. Ancak başkalarının zoraki desteğini kimin ‘hak ettiğini’ belirlemenin nesnel bir yolu yoktur. ‘Demokratik’ toplumlarda karar çoğunluk kuralına göre alınır. Ancak bu kaçınılmaz olarak azınlığın haklarını ihlâl etmektedir. Rand bunu, en büyük, en acımasız çetenin hüküm sürdüğü mafya yönetiminden farklı görmez.
Ayrıca anarşizmi, yani devlete hiç ihtiyacımız olmadığı fikrini, bizi suçluların saldırısına maruz bıraktığını söyleyerek eleştirir. Korku içinde yaşamak, silah taşımak, evlerimizi güçlendirmek ve kendi korunmamız için çeteler kurmak zorunda kalırsak düşünemez ve üretemeyiz. Bir devlete sahip olmak, zor kullanmanın bir anlamı olmadığını, çünkü gücün karşılık bulacağını gösteren bir sinyaldir.
Ayrıca, rasyonel ve ahlâklı vatandaşların bile hâlâ nesnel yasalara ve dürüst anlaşmazlıkları çözme yollarına ihtiyaç duyduğunu unutmayın -bu da onların bir devlete ihtiyaçları olduğu anlamına gelir.
Rand, siyasî görüşlerini inanç ve geleneğe dayandıran muhafazakârları özgürlük ve aklın bir başka düşmanı olarak görür. Ona göre inanç siyaset için rasyonel bir temel, gelenek de bir rehber değildir: Günümüzün siyasî geleneği sosyalizmdir ki muhafazakârların istediklerini söyledikleri şey de bu değildir. Rand, muhafazakârların ne ilkeleri ne de bütünlükleri olduğu sonucuna ulaşır. Haklarımız olduğunu ilan ederler, ancak zorla askere alım gibi politikalarla bu hakları ihlâl ederler. Kapitalizmi altruizmin dilini kullanarak savunurlar, bu yüzden kaçınılmaz olarak kendi idealleri için özür dilemek zorunda kalırlar.
Ancak Rand’a göre belki de en kötü siyasî suçlular, özgürlük ve kontrolün bir karışımı olan karma ekonomi çağrısında bulunanlardır. Rand bunun ‘her iki dünyanın da en iyisi’ değil, apaçık bir çelişki olduğunu söylüyor. Hem ‘ılımlı’ sosyalistler hem de muhafazakârlar bunu savunsalar da, bunun nedeni her ikisinin de kontrol istemesidir: Sosyalistler ekonomik hayatı, muhafazakârlar sosyal hayatı kontrol etmek isterler.
Bu nedenle ‘üçüncü yol’ fikrini destekleyen tutarlı bir teori yoktur; üçüncü yolun yasaları, hedefleri ve politikaları arkasında ilkeler bulunmamaktadır. Ayrıca, üçüncü yol sınırlı bir devletle uyumlu değildir, çünkü onu kontrol altına alacak sınırlar yoktur. Kısa vadeli değerler için hakların feda edilmesine izin verir. Hakların saygı görmesi veya ihlâl edilmesi, akıl değil pragmatizm tarafından belirlenir.
Karma ekonomiyi yönlendirecek ilkeler olmadan, refah hakları gibi sahte ‘haklar’ azınlıkların maliyetine yaratılır. Bu yasal soygundan paylarını almak için baskı grupları ortaya çıkar. Kontroller getirilir, ancak sonra bunların zararlı sonuçlarıyla başa çıkmak için daha fazla kontrol gerekir. Hiç kimsenin çıkarı güvende değildir. Rand’ın uyarısına göre bu bir ‘üçüncü yol’ değil, bir diktatörlük yoludur.
Rasyonel ve Ahlâkî Ekonomi
Rand, ekonomiyi politika ilkelerini üretim sürecine uygulayan bir bilim olarak tanımlar. Rasyonel bir ekonomik sistem, diğer insan etkinlikleri gibi, dünyanın ve kendimizin doğası hakkında doğru kavramlara dayanmalıdır. Ve bir ekonomik sistemin ahlâkî olabilmesi için aynı zamanda haklara saygı göstermesi gerekir.
Kapitalizm Tek Ahlâkî Sistemdir
Rand her ikisini de yapabilen tek sistemin laissez-faire kapitalizmi -herhangi bir devlet müdahalesi olmayan kapitalizm- olduğunu iddia eder. Yalnızca kapitalizm insanların mülkiyet haklarına saygı duyar ve bu onu tek ahlâkî ekonomik sistem haline getirir. Kapitalizm aynı zamanda insanların haklarına ve değerlerine saygı duyduğu için de tek ahlâkî sosyal sistemdir. Ancak, kapitalist bir toplum vatandaşlarının hâlâ sanata, bilime veya edebiyata maddi mallardan daha çok değer verebileceği bir toplumdur. Onların önceliklerine bir otorite değil, vatandaşlar kendileri karar verirler.
Kapitalizmde insanlar, diğer insanların istediği ve ödemeye istekli olduğu değeri yaratarak kendi masraflarını karşılarlar. Hiç kimse başkaları için canını, özgürlüğünü veya malını feda etmek zorunda değildir. Kapitalizm, yarattığınız değere başkalarının karar verdiği ve sizi buna göre ödüllendirdiği adil bir sistemdir. Değer yaratanları vergilendirip yaratmayanları sübvanse ederek erdemi cezalandırmaz veya kötülüğü ödüllendirmez.
Yine, insanlar sadece çevreden beslenerek yaşayamazlar; yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz şeyi yaratmak zorundayız. Kapitalizm bize bunu yapmamız için teşvik sağlar. Değer üretirsek, diğerleri bizi bunun için ödüllendirecektir. Ve kimse müşterimiz olmaya zorlanmadığından ve vasatlığı (mediokrasiyi) korumak için hiçbir yasa olmadığından, etkili üreticiler olmalıyız.
Bu, kapitalizmi materyal zenginlik üretme konusunda çok etkili kılar. Rand’a göre tarihsel kanıtlar kapitalizmin nasıl ilerici bir güç olduğunu gösteriyor: Örneğin Rönesans’ta ya da on dokuzuncu yüzyılın büyük serbest ticaret döneminde olduğu gibi, insanlar en özgür olduklarında yenilikler gelişiyor ve zenginlik artıyor.
Devlet ve Ekonominin Ayrılması
Rand, kapitalizmi ve onun faydalarını korumak için devlet müdahalesine yönelik her türlü cazibeyi ortadan kaldırmamız gerektiğini söyler. Amerika’nın kilise ve devleti anayasal olarak ayırmasına benzer şekilde, ekonomi ve devlet arasında da bir ayrım olmalıdır.
Elbette herkesi zora karşı koruyacak ve sözleşmelere uyulmasını sağlayacak bir hukuk çerçevesi olmalıdır. Bunun ötesinde ekonomik hayata ilişkin herhangi bir yasa veya düzenleme olmamalıdır, vergi veya sübvansiyon olmamalıdır, yetkili kişilerin başkalarını sömürmesine veya belirli grupları kayırmasına yer olmamalıdır. Bu da insanların birbirleriyle efendiler ve kurbanlar olarak değil, eşitler olarak, gönüllü şekilde değer alışverişinde bulunan tüccarlar olarak muhatap olmaları gerektiği anlamına gelir.
Bu laissez-faire ekonomisinde, piyasalar verimliliği ve değeri teşvik eder. Rand’ın açıkladığı gibi, piyasa fiyatları insanların farklı ürünlerin gerçekte onlar için ne kadar değerli olduğuna dair serbest ve rasyonel yargılarını yansıtır. Piyasalar, tedarikçileri müşterilere en iyi değeri sunmak için en az israflı ve en yüksek verimli süreçleri bulmaya teşvik eder. Piyasalar, önceden plan yapanları, yenilik yapanları ve istekli müşterileri çeken en iyi ve en ucuz ürünleri yaratanları ödüllendirir.
Bu nedenle piyasalar bize değer ve verimliliği nerede ve nasıl bulacağımızı öğreten daimî bir eğitim sürecidir. Bu dersleri alan, rasyonel davranan ve doğru yargılarda bulunan insanlar bunun karşılığını alırlar. Bu dersleri reddeden, irrasyonel davranan ve muhakeme gücü zayıf olan insanlar bunu yapamaz. Ancak onlar tek kaybedenlerdir: devlet ve ekonomi ayrı olduğunda, başka kimse onları kurtarmaya veya vasatlıklarını desteklemeye zorlanmaz. Kapitalizm, akılcılığı teşvik eder.
Tekel Gücü Efsanesi
Kapitalizmin güçlü işletmelerin halkı sömürmesine ve hatta tekeller yaratmasına olanak tanıdığı, müşterilere yüksek fiyatları ve düşük kaliteyi kabul etmekten başka seçenek bırakmadığı yönünde popüler bir fikir vardır.
Rand bunun kapitalizmin bir karikatürü olduğunu söylüyor. Diğer işletmeler daha iyi ve daha ucuz ürünler sunmaya çalışırken, halkı sömürmeye çalışan herhangi bir işletme hızla iflas edecektir. Tekeller ne yaygın ne de kalıcıdır. Sermaye piyasaları tüm dünyanın sermayesini potansiyel olarak rakiplerin kullanımına sunduğundan, en büyük şirkete bile meydan okunabilir. Veya müşteriler aynı ihtiyaca hizmet eden alternatif ürünlere geçebilirler. Serbest piyasaya ancak sürekli olarak en iyi değeri sunarak hâkim olabilirsiniz.
Gerçekten de tekelin en yaygın nedeni devlettir (rekabeti öldüren teşvikler veya düzenlemeler veya doğrudan devlet tedariki aracılığıyla). Devlet korumalı ve devlet işletmeli tekel kesinlikle müşterilerini sömürebilir ve onlara başka seçenek bırakmaz. Devletçiler devlet kurumlarının ‘halkın çıkarları’ doğrultusunda ‘demokratik’ olarak yönetildiğini söyleyebilirler -ancak Rand’a göre, bu sadece yönetici çetesinin çıkarını ifade eder.
Rand’a göre ekonomik güç gerçektir, ancak benzersiz değildir. Bazı insanlar daha fazla zeki veya eğitimli olabilir, bu da onlara diğerleri karşısında ekonomik bir avantaj sağlar. Ancak en azından üstün bilgileri, bir devlet tekelinin ekonomik gücü gibi diğerlerinden çalınmış değildir. Her durumda, ekonomik ve siyasî güç gayet farklıdır. Ekonomik güç başkalarına bir ödül, yani istedikleri bir şeyi sunarak kazanılır. Siyasî güç sadece ceza sunar. Hangisinin kötü olduğu ortadadır.
Paranın Anlamı
Rand paranın da yaygın biçimde yanlış anlaşıldığını düşünür. Ona göre para bir değişim aracıdır -değer yaratmak ve değerlerin ticaretini yapmak isteyenler için bir araçtır. İnsanlar parayı gelecekte başkaları tarafından üretilen değerle değiştirebileceklerini bilerek kabul ederler. Onun varlığı bile üretkenliğin, dürüstlüğün ve aklın erdemlerini ima eder.
‘Para bütün kötülüklerin anasıdır’ ifadesi, der Rand, insanları zengin yapan şeyin güç ve zor olduğu bir dönemden gelir. Ancak, kapitalizm altında para, düşünce, yaratıcılık, yenilik, üretim ve değer yaratma için bir ödüldür. Size çabanızın diğerleri için neye değer olduğunu öğrenme imkânı tanır. Para çalınmaz, kazanılır. Başkalarının sizin yaratıcı başarınıza yönelik zorlanmamış taleplerinden gelir. Tamamen ahlâkî bir araçtır.
Ancak para, erdemlerden yoksun olanlara erdemler kazandırmaz. Yalnızca üretken değişimi kolaylaştırmak ve hedeflerine ulaşmak için onun nasıl kullanılacağını anlayanlara hizmet eder. Para değeri ve amacı olmayanları, suçtan ya da devlet gücünden para kazananları yozlaştıracaktır. Zenginlikleri için özür dileyenler ise, bu zenginliklerini ellerinden almak için devlet gücünü kullanacak yağmacıları cezbedeceklerdir.
Kapitalizme Yönelik Eleştiriler
Yine de zenginlikleri ve kapitalizmin kendisi için özür dileyen insanların sayısı hiç de az değildir. Altruizm o denli yaygındır ki, kapitalizmin savunucuları kendilerini onu bir altruistik sistem olarak tasvir etmek zorunda hissederler. Halbuki ikisi zıt şeylerdir: kapitalizm rasyonel bireysel çıkar üzerine kuruludur, altruizm ise (irrasyonel) fedakârlığa dayanır.
Girişimciler fedakârmış gibi davranarak kazanamazlar. Eleştirmenler onları bencil olarak damgaladığında hiçbir savunmaları yoktur. Tamamen gönüllü anlaşmalarla değer yaratan ve yayan bir sistemden dolayı suçluluk hissetmemeleri gerekirken, utanç içinde geri çekilirler.
Rand’a göre, kapitalizmin ahlâkî gerekçesi halka hizmet etmesi değildir -kuşkusuz ki bu işlevi de vardır. Pro-kapitalist gruplar bu argüman çizgisini kullanarak kendilerini zayıflatırlar. Kapitalizmin gerçek gerekçesi, onun bilimsel, nesnel bir ahlâkla uyumlu tek sistem olmasıdır. Kapitalizm tarihteki tek ahlâklı sistemdir. Sömürenler altruistlerdir.
Statükonun Mantıksızlığı
Her hâlükârda, Rand’a göre, iş dünyasının sözde kötülüklerinin çoğu aslında hükümetten kaynaklanmaktadır. Sübvansiyon olasılığı şirketleri yozlaştırıyor ve yerleşik firmalar, pazara giren daha küçük şirketlerin hayatını zorlaştıran, rekabeti yok eden regülasyonlar için lobi yapıyor. Ayrıca, regülasyonlar her zaman diğer zararlı aynı zamanda beklenmeyen sonuçlara neden olur ve politikacılara ya da yetkililere keyfi karar alma imkânı verir.
Sosyalistler elbette kaynakların ‘ortak fayda için yönetilmesi gerektiğine inanır. Ancak ‘ortak faydanın’ ne olabileceğine karar vermenin rasyonel bir temeli yoktur. Bu tür bir yeniden dağıtım aynı zamanda kaynakları, onları iyi yaratan ve yönetenlerden, iyi yönetemeyenlere doğru kaydırır. Rand’a göre daha da ciddi olanı, sosyalistlerin, temel kaynakların maddi nesneler değil, bizzat bireyler olduğunu söylemedeki başarısızlığıdır. Bu nedenle sosyalizm, başkalarını kontrol etmek anlamına gelir -bu da kaçınılmaz olarak zorlama tehdidinî gerektirir. Bu, zihin, akıl ve değerlendirmeye saldırıdır: İnsanlara bütün, rasyonel insanlar olarak işlev görmeleri için gerekenleri inkâr eder. Bu nedenle işe yaramamış olması şaşırtıcı değildir.
Ve ‘herkesten yeteneklerine göre, herkese ihtiyacına göre’ ifadesinde ‘ihtiyacın’ için bir sınırı yoktur. Bu fikir, insanları dilencilere ve yalancılara dönüştürür, onları herhangi bir yeniden dağıtımdan yararlanmak için acılarını abartmaya ve bu yeniden dağıtım tarafından sömürülmemek için güçlerini gizlemeye teşvik eder. Bu refahımıza ve aslında hayatta kalmamıza sadece zarar verebilir.
Kitabı satın almak için;
Ayn Rand; Bir Giriş