Sosyal Medyada İfade Özgürlüğünün Sınırlanması Tartışmaları
Tuğba Pusa, İfade Özgürlüğü ve Sosyal Medya, ss. 101.
Bu bölümde, sosyal medyada ifade özgürlüğünün sınırları tartışılmıştır. İlk olarak, ifade özgürlüğünün sınırları Mill'in ifade özgürlüğü sınırlarına dair ilkeleri incelenmiştir. Ardından, sosyal medyada ifade özgürlüğünün yeni bir özgürlük olup olmadığı tartışılmış ve bu bağlamda internete erişim hakkı, anonimlik hakkı, bilgi uçurma (whistle-blowing) hakkı gibi konular incelenmiştir. Sosyal medyada ifade özgürlüğünün sınırları liberal bakış açısıyla yeniden yorumlanarak, hakaret, iftira, itibar, nefret söylemi, dezenformasyon, genel ahlak ve ulusal güvenlik gibi sınırlama gerekçelerine değerlendirilmiştir. Sosyal medyada ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmeyen ifadelerin temel özellikleri, ifade özgürlüğünün sınırlanmasındaki zorluklar ve sosyal medyada ifade özgürlüğünü korumak için yapılması gerekenler üzerinde durulmuştur.
İnternet, ilk dönemlerde, bilgi ve fikir alışverişi için daha özgür bir ortam olarak görüldü. John Perry Barlow'un 1996’da yazdığı "Siber Alan Bağımsızlık Deklarasyonu" bu anlayışın somut bir örneğidir. Barlow, bu deklarasyonda, internetin, bireylerin özgürlüklerini arttırarak daha özgür bir toplumun inşasına katkıda bulunacağını düşünür. Bu düşüncesini şu sözleriyle ifade eder:
“Tarafımızca oluşturulan küresel sosyal dünyayı, üzerimize uygulamaya çalıştığınız zorlayıcı yönetim sistemlerinden bağımsız ilan ediyorum. Yönetim hakkı iddiasında bulunmanız için herhangi bir ahlaki temel ya da yetki bulunmamaktadır. Bizi tehdit edebileceğinizi düşündüğünüz tüm araçlar etkisizdir. Bizim evrenimizde, insan aklının yaratabileceği her şey, herhangi bir maliyet gerektirmeden sınırsız bir şekilde üretilebilir ve dağıtılabilir. Düşüncelerin küresel aktarımını sağlamak amacıyla artık sizin üretim tesislerinize ihtiyacımız yoktur.” (Barlow, 1996).
İnternetin yasalarının olmadığı ve hükümetlerin çevrimiçi faaliyetler üzerinde hiçbir otoriteye sahip olmadığı düşüncesi, sıklıkla dile getirilen klişelerinden biridir. Benzer düşünceler, sosyal medyanın ortaya çıktığı ilk dönemlerde de hakimdir. Sosyal medya platformları, ilk zamanlar daha özgür bir ortamlar olarak görülmüştür. Ancak, günümüzde sosyal medyanın yapısı ve sosyal medyaya getirilen kurallar köklü bir şekilde değişmiştir. Zamanla bu platformların olumsuz yönleri de belirginleşmeye başlamıştır. Sosyal medya üzerindeki etkileşimler arttıkça, hükümetler de sosyal medyada rollerini arttırmaya başlamışlardır. Sosyal medya platformlarının yapısal özellikleri, sadece faydalı içeriklerin değil, zararlı içeriklerin de -dezenformasyon, nefret söylemleri, müstehcen içerikler, şiddete teşvik eden ifadeler gibi- platformda hızla yayılmasına olanak tanımaktadır. Bu tür zararlı içeriklerin yaygın ve kontrolsüz bir şekilde paylaşılması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edebilir veya ulusal güvenliği tehdit edebilir. Bu nedenle, sosyal medya platformlarında hem hükümetler hem de sosyal medya şirketleri, zararlı içerikleri sınırlama yönünde adımlar atmaktadır. Ancak, hükümetlerin katı düzenlemeler getirmesi, bireylerin ifade özgürlüğünü ihlal edebilir. Öte yandan, düzenleme yapmamanın da anarşiye ve insan hakları ihlallerine yol açabileceği bir gerçektir.
Bu nedenle, gerçek hayatta ifade özgürlüğüne uygulanan sınırlar sosyal medya platformları için de geçerlidir. Ancak sosyal medyada uygulanan sınırlamalar her durumda ifade özgürlüğü ihlali oluşturmaz. İfade özgürlüğü ihlali oluşturup oluşturmadığı, bu sınırlamaların şirketler tarafından mı yoksa hükümetler tarafından mı getirildiğine bağlıdır. Şirketler tarafından uygulanan sınırlamalar ifade özgürlüğü ihlali sayılmazken, hükümetler tarafından yapılan sınırlamalar bazı durumlarda ifade özgürlüğünü ihlal edebilir.
İfade Özgürlüğünün Sınırları
Özgürlükler mutlak (sınırsız) bir niteliğe sahip değildir. Bu durumun temelinde, bireylerin izole bir varlık olarak değil, toplumun bir parçası halinde yaşamaları gerçeği yatar. İnsanlar tek başlarına izole olarak yaşasalardı, özgürlüğün sınırlarını tartışmak anlamını yitirirdi. Ancak, bireyler diğer bireylerle toplum içinde bir arada yaşamak zorundadır. Özgür toplumlar, bireylerin birbirleriyle kurduğu etkileşimler aracılığıyla gelişir.
Bireyler toplumsal düzenin korunmasını gerektiren sınırlarda kendi özgürlük alanları içinde hareket etmek zorundadırlar. Özgürlük ve sorumluluk arasında sıkı bir ilişki vardır ve özgürlükler kötüye kullanılabilir (Barry, 2018: 296). Özgürlüklerin kötüye kullanılması, tehlikeli ve yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, bireylerin hak ve özgürlüklerine belirli sınırlamalar getirilebilir.
İfade özgürlüğü sınırsız bir özgürlük değildir. Sınırsız ifade özgürlüğüne en açık ve özgür kabul edilen toplumlarda bile müsaade edilmez (Trager & Dickerson, 2003:139). İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasına yönelik talepler genellikle hükümetlere yapılır. Ancak, hükümetlerin ifade özgürlüğüne müdahale etme sınırı, sadece zararı önleme amacı taşımalıdır. Nitekim, ifade özgürlüğü, diğer hak ve özgürlükler gibi, özünde politik bir nitelik taşır ve bu nedenle hükümetler, otoritesini koruma amacıyla ifade özgürlüğüne keyfi sınırlamalar getirebilir (Erdoğan, 2003: 38).
İfade özgürlüğü hakkı, bireyleri düşüncelerinden dolayı eleştiri, toplumsal baskı veya dışlanma riskinden korumaz. Örneğin, ırkçı fikirlerin ifade edilmesi yasal olarak cezalandırılmayabilir; ancak bu tür fikirlere sahip bireyler toplumsal hayatta dışlanabilir. Özellikle yeni fikirler, toplumsal normlar ve değerlerden dolayı kabul görmeyebilir. Uyuşturucunun yasak olduğu bir ülkede, uyuşturucunun yasak olmaması gerektiğine dair fikirleri açıklamak ifade özgürlüğü kapsamındadır. Ancak bu yasal koruma, bireylerin hiçbir sonuçla karşılaşılmayacağı anlamına gelmez. Arkadaşlarımız bu fikre sahip olduğumuz için bizi dışlayabilir veya işimizden atılabiliriz. Böyle bir fikri, medya kanallarında savunmak, ifade etmek neredeyse imkansızdır.
Klasik liberal teoride, ifadelerin sadece içeriği ve niteliği sınırlama gerekçesi oluşturmaz. Çünkü, birçok kişi hoşlanmadıkları herhangi bir ifadeyi kendilerine zarar verdiğini ve suç oluşturduğunu iddia edebilir (Mill, 2003: 155). Bu nedenle ifadelerin incitici olması sınırlama gerekçesi değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Handyside kararında belirtildiği üzere, ifade özgürlüğü, sadece hoşunuza giden düşünceler için değil, aynı zamanda devleti veya toplumun bir kesimini inciten, şoke eden ya da rahatsız eden ifadeler için de geçerlidir (Lawson, 2003: 252).
Bununla birlikte, bireyler yanlış olarak kabul edilen görüşleri ifade etme hakkına sahiptir. Geniş bir perspektiften bakıldığında, liberal yaklaşım, bireylere hatalarından ders çıkarma fırsatı verir. Bu nedenle, ifade özgürlüğüne, bireylerin hata yapmalarını önlemek amacıyla sınırlamalar getirilemez.
1919 yılında Yargıç Holmes tarafından dile getirilen ve Amerikan Yüksek Mahkemesi tarafından geliştirilen “açık ve mevcut tehlike” kriteri, ifade özgürlüğüne sınırlama getirilirken, söz konusu ifadelerin toplumda açıkça ve mevcut bir tehlike yaratıp yaratmadığına bakılmasını gerektirir. Bu kriter, ifade özgürlüğünün keyfi bir şekilde sınırlanmasını engellemek için tehlikenin varlığını bir önkoşul olarak belirler. Bir ifadenin yasaklanabilmesi için, tehlikenin “ciddi”, “somut”, “açık” ve “mevcut” olması gerekir (Arslan, 2003: 57-58). Yargıç Holmes, ünlü bir ifadesinde, kalabalık bir sinemada yanlışlıkla “yangın var” diye bağırmanın kabul edilemez olduğunu belirtmiştir. Bu durumda, ifadenin bağlamına ve potansiyel zararına odaklanılır. İlgili ifadenin yanlış bilgilendirme sonucu panik yaratma potansiyeline sahip olduğu için, bu tür bir davranışın hoş görülmesi mümkün değildir. Bunun nedeni, ifadenin, söylendiği zaman ve yer itibarıyla açık ve mevcut bir tehlike oluşturmasıdır.
İfade özgürlüğü, zaman zaman diğer bireylerin hak ve özgürlükleriyle çatışabilir. Bu nedenle, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalarda zaman, yer ve şekil unsurları dikkate alınır. Örneğin, hükümetler, vatandaşların rejim değişikliği hakkında yaptıkları tartışmalara sınırlama getiremez. Ancak, rejim değişikliği talep eden grupların belirli zaman ve yerde, örneğin iş çıkışı saatinde veya şehrin yoğun bir caddesinde yürüyüş yapmalarına kısıtlamalar getirilebilir. Bu tür kısıtlamalar, kamu düzenine olası olumsuz etkileri sınırlamak amacıyla yapılır. Bu kısıtlamalar herhangi bir gruba ayrımcılık yapılmadığı sürece yasal kabul edilebilir. Başka bir örnek, şiddete teşvik eden “öldür” ifadesi bir filmin adı olabilir. Bu ifade, suç teşkil etmez, çünkü hedef alınan bir kişi yoktur. Ancak, “öldür” ifadesi, suça karıştığı düşünülen bir kişiye karşı toplanmış öfkeli bir kalabalığa söylendiğinde, muhtemelen cinayete kışkırtma olarak değerlendirilecektir. Yaşanan şiddet olayını bir başkasına anlatmak yasa dışı değildir. Ancak, gece vakti yüksek sesle bağırarak söylemek veya şiddet olmadığı halde bir ceza davasında aksini söylemek yasaktır. Bir siyasetçiyi eleştirmek hapis cezası ile sonuçlanmamakla birlikte, eleştirinin ifade şekli önemlidir. Eğer eleştiri hakaret, tehdit veya iftira gibi unsurlarını barındırıyorsa, bu durum cezai yaptırımlara neden olabilir (Whyte, 2021: 33).
Ancak, zaman, yer ve şekil ölçütleri bazı durumlarda geçerli bir ölçüt değildir. Örneğin, bir kişinin mahrem fotoğrafları veya ev adresi gibi kişisel bilgileri ifşa edilebilir. Bu durumda ifadenin sınırlandırılması için herhangi bir ölçüt gerekmez. İfadeler, doğrudan şiddet tehdidi, suç işlemeye teşvik, taciz, dolandırıcılık, aldatma, iftira gibi durumları içerdiğinde sınırlandırılır (Cowen, 2021:43). Ancak, hareket, iftira, nefret söylemi, dezenformasyon, genel ahlak, ulusal güvenlik gibi önemli alanlarda ifade özgürlüğünün sınırlarının nereye çekileceğini belirlemek zordur.
John Stuart Mill’de İfade Özgürlüğü Sınırları
John Stuart Mill, “Şayet bir teki hariç bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi farklı düşüncede olsa, nasıl bu şahsın tüm insanları susturmaya hakkı yoksa, aynı şekilde bütün insanların da bu kişiyi susturmaya hakkı yoktur.” (Mill, 2003: 56-57) ifadesiyle iki yüzyıl öncesinden ifade özgürlüğünün geniş kapsamını ve önemini ortaya koyar. Mill’in vurguladığı gibi, herkes eşit bir şekilde ifade özgürlüğüne sahiptir. Ancak, her ifade aynı koruma kapsamında değildir.
Mill’e göre, herhangi bir kısıtlama, sırf kısıtlama olması sebebiyle, başlı başına zararlıdır. Mill, bireyin kendi bedeni ve zihni üzerinde mutlak hakimiyete sahip olduğunu ve başkalarının haklarına zarar vermediği sürece, bireysel eylemlerinin özel bir alanda dokunulmaz olduğunu ileri sürer. İfade özgürlüğünü sınırlamada tek amaç, başkalarına zararın önlenmesidir. Örneğin zarar ilkesinde, ifadeler üzerindeki sınırlamalar, cinayete teşvik dolandırıcılık ve yalana tanıklık gibi ifadelerdir. Çünkü bu ifadeler başkalarına bir zarar verir.
Mill, bireylerin sadece kendilerini ilgilendiren eylemleri ile başkalarını ilgilendiren eylemleri arasında bir ayrım yapar. Bireylerin özgürlüğünün sınırı, başkalarına zarar verecek noktaya kadardır. Ancak, bireyin eylemleri kendisini ilgilendiriyorsa, bu alan dokunulmazdır. Bu alana yönelik sınırlamalar ifade özgürlüğünü ihlal eder. Ancak, buradaki esas mesele, özel alan ile kamusal alan arasındaki eylemlerin nasıl ayrılacağıdır.
Mill, ifade özgürlüğünün sınırları üzerine düşüncelerini geliştirirken, fayda kavramını neredeyse hiç kullanmamaktadır (Barry, 2003: 23). Mill’e göre özgürlük üzerindeki tek meşru sınırlama, zararın önlenmesidir. Zarar ile kastedilen, başkalarının maddi çıkarlarını doğrudan ve fiilen etkileme durumudur (Rees, 1985: 174; aktaran Başdemir, 2003: 124). Başkasının iyiliği veya genel yarar gibi hiçbir argüman sınırlama gerekçesi olamaz (Barry, 2003: 24). Mill’e göre ifadeler, açık bir şekilde tahrik edici olduğunda yasaklanabilir. Örneğin, “gıda tüccarları fakirleri açlıktan öldürüyor” veya “özel mülkiyet bir soygunculuktur” gibi ifadeler, basın ve yayın araçları aracılığıyla ifade edildiklerinde ifade özgürlüğü kapsamında koruma altına alınabilir. Fakat, bu türden ifadelerin bir gıda tüccarının konutu önünde veya öfkeli bir topluluk içinde yüksek sesle ya da pankartlar eşliğinde dile getirilmesi durumunda, suça teşvik olarak değerlendirilebilir. Bu durumda, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmez. Düşünce ve ifadeler, yalnızca suç işlenmesine teşvik veya tahrik oluşturacakları durumda kısıtlanabilir. Mill için, özgürlük seçme hakkı ile doğrudan ilişkilidir. Herkes, mutluluğunu kendi belirlediği yolda arama hakkına sahiptir.
Mill’e göre, insanların gerçeği arama yoluna, sonuçları toplum için risk taşısa dahi, engel olunmamalıdır. İfade özgürlüğü üzerine getirilen sınırlamalar, toplum tarafından talep edildiğinde daha olumsuz sonuçlara yol açabilir. Toplumsal hoşgörüsüzlüğün yüksek olduğu toplumlarda, bireyler, siyasi otoritelere ifade özgürlüğünün sınırlanması taleplerini yöneltebilir. Bu sebeple, bir toplumda ifade özgürlüğünü korumak her topluma sadece yasalara bağlı olmayabilir. Bu bağlamda Mill, kendi özgürlük ilkesinin yalnızca belirli bir medeni seviyeye erişmiş toplumlarda uygulanabileceğini öne sürmüştür (Barry, 2003: 23).
Mill’in ilkeleri ışığında, insanların hayat ve mülkiyet haklarını ihlal etmeye yönelik kışkırtıcı ifadeler yasaklanmalıdır. Başkalarının, özellikle devletin keyfi müdahalelerinden korunma anlamında, özgürlüğün sınırlandırılması gerektiğinde, yasal kısıtlamaların gerekçesini sunma sorumluluğu kısıtlama talebinde bulunanlara aittir.
Mill’in bu görüşleri, farklı gerekçelerle eleştirilmiştir. Eleştirilerden bazıları, Mill tarafından önerilen zarar ilkesinin sınırlarının gerçek dışı olduğudur. Bireylerin eylemleri, toplum içinde kaçınılmaz olarak diğerleri üzerinde etkiler yaratır. Eylemlerin başkalarına zarar verdiğini kesin bir şekilde belirlemek zordur. Bu nedenle, eylemler arasında kesin bir ayrım yapılmamalıdır. Mill’i eleştirenler, ifadeler zarar vermese bile, Mill’in onları sınırlamak için gerekçeleri olduğunu savunurlar (Hart, 2000: 16).
Mill’in ifade özgürlüğünün sınırlanmasına ilişkin argümanlarına modern yorumlar, incinme ile zarar arasında bir ayrım yapar (Barry, 2018: 325). İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasının, ancak çok nadir durumlarda ve somut bir zarar tehlikesi söz konusu olduğunda geçerli olduğu savunulur. Bu bağlamda, hiç kimse kendisini incitebilecek ifadelerden korunma hakkı talep edemez (Barry, 2003: 24). “Çoğu insan hoşlanmıyor” gerekçesi fikirlerin yasaklanması için yeterli bir gerekçe değildir (Trager & Dickerson, 2003: 71). Hiç kimse kendi şahsi değerlerini öne sürerek özel bir ayrıcalık talep edemez. Fikirlerin fikirler piyasasında diğer fikirlerle rekabet etmesi gerekir. İnsanları incinmeden korumayı hedefleyen yasalar, ifade özgürlüğü önünde bir engel teşkil eder. Yenilikçi fikirler genellikle insanları incitebilir. Bu sebeple, incitici konuşmaların yasaklanması, bilginin gelişimine ket vurur. İktidarı sorgulayan fikirler de genellikle incitici nitelikte olabilir. İktidara yönelik eleştirilerin sınırlanması, iktidar sahiplerini korumak amacıyla kullanılabilir.
Sosyal Medyada İfade Özgürlüğü Yeni Bir Özgürlük mü?
5 Temmuz 2012’de, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, internet üzerinde insan haklarının teşvik edilmesi ve korunması için önemli bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir. Bu karar, internetin insan hakları açısından önemini vurgulayarak, dijital ortamda bu hakların korunmasını amaçlamaktadır. Bu karar, şu ifadeleri içermektedir:
“İnsanların çevrimdışı iken sahip olduğu haklar, özellikle ifade özgürlüğü, çevrimiçi ortamda da aynı şekilde korunmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 19. maddeleri uyarınca, bu hak, ülke sınırlarından bağımsız olarak ve bireyin tercih ettiği herhangi bir araç üzerinden geçerlidir.” (Human Rights Council, 2012).
Bu kararda, sosyal medyada ifade özgürlüğünün rolüne dair açık bir anlayış görülmektedir. Gerçek hayatta geçerli olan haklar sosyal medya platformlarında da aynı şekilde korunmalıdır.
İnternetin ortaya çıkışıyla birlikte, ifade özgürlüğünün kapsamı üzerine yapılan tartışmalar öne çıkmaya başlamıştır. BM Özel Raportörü Frank La Rue, ifade ve düşünce özgürlüğü hakkını, internet aracılığıyla diğer hakların erişimini "destekleyen" kritik bir hak olarak nitelendirmiştir. Ancak, internet bu hakların kullanımı açısından bazı yeni zorlukları da beraberinde getirmektedir.
Sosyal medya, insan haklarının kullanılması ve korunması için fırsatlar sunarken, aynı zamanda insan haklarının ihlal edilme risklerinin artmasına da neden olur. Sosyal medyanın sunduğu avantajların temelinde yatan özellikler, insan hakları bağlamında yeni zorluklar oluşturmaktadır. Hükümetler, giderek artan bir şekilde, sosyal medyada erişim engelleme, vatandaşları gözetleme ve toplumsal, siyasi aktivizm korkusuyla belirli ifadeleri suç kapsamında değerlendirme eğilimindedir.
2011 yılında yayımlanan raporda, Özel Raportör Frank La Rue, ifade özgürlüğü hakkının korunması ve teşvik edilmesi için hükümetlerin çevrimiçi içeriklere yönelik kısıtlamalarının üç aşamalı bir testten geçirilmesi gerektiğini vurgular. Bu ilkeler:
• Öngörülebilirlik ve şeffaflık ilkesi,
• Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (UMSHS) 19. maddesinde belirtilen, başkalarının haklarını veya itibarlarını koruma, ulusal güvenlik veya kamu düzenini, sağlığı veya ahlakı koruma amaçlarından birini hedeflemelidir, ve
• Gerekli olmalı ve ayrıca belirlenen hedefe ulaşmak için en az kısıtlayıcı yöntem olmalıdır (orantılılık ilkesi).
Ayrıca, kısıtlayıcı yasal düzenlemeler, bağımsız bir organ tarafından keyfi ve ayrımcı olmayan bir şekilde uygulanmalı ve bu düzenlemelerin kötüye kullanımına karşı etkin çözüm yolları bulunmalıdır (La Rue, 2011: 19).
Sosyal medya, bireylere, ifade özgürlüğünde, geçmişte hayal bile edemeyecekleri gelişmeler kazandırmıştır. Ancak, bu durum sosyal medyada ifade özgürlüğünü yeni bir özgürlük olarak tanımlamamızı gerektirir mi? 1966 tarihli Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin (UMSHS) 19. Maddesi’nde açıkça “başka her türlü mecra yoluyla” ifadesi bulunması, 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. Maddesi’nde benzer bir düşünceye atıfta bulunulması ve Mahkeme’nin sonraki içtihatlarında bu doğrultuda hareket etmesi, ifade özgürlüğünü koruyan yasaların teknolojik ve toplumsal yeniliklere açık olduğunu göstermektedir. Bilgiye erişim hakkı, anonimlik ve bilgi uçurma gerçek hayatta var olan haklardır. Sosyal medya bu hakların sadece boyutunu değiştirmiştir. Bu nedenle, çevrimdışı dünya için kabul edilen tüm kurallar, çevrimiçi ortamda da aynı şekilde uygulanmalıdır (Benedek & Kettemann, 2014: 14).
İnternete Erişim Hak mıdır?
İnternetin kurucularından olan Vint Cerf (2021), “teknoloji, bir hak değil, hakların bir aracıdır.” diyerek internetin bir hak olmadığını savunur. Cerf 'e göre, teknolojiye özgü bir hak atfetmek, zamanla önemsizleşebilecek değerlere odaklanmamıza neden olabilir. Örneğin, geçmişte bir atın sahibi olmak, geçim sağlamak için önemli bir araç olabilirken, asıl hak, geçim sağlama hakkıdır, at sahibi olma hakkı değildir. Bu bakış açısı, internet erişiminin insan hakları çerçevesinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışmasında önemli bir yere sahiptir. Zira, Birleşmiş Milletler raporu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, internete erişimin, sadece bir lüks ya da ayrıcalık olmaktan öte, temel bir ihtiyaç ve hak olduğunu işaret eder (Benedek & Kettemann, 2014: 70; Cerf, 2012).
İnternete erişim hakkı, ifade özgürlüğü ve bilgiye erişim özgürlüğü haklarını içerir ve bu hakları kullanmak herhangi bir teknolojiye veya belirli bir zamana bağlı değildir. İnternet erişiminin bir hak olup olmadığına dair tartışma, sosyal medyada ifade özgürlüğü bağlamında nasıl ele alınması gerektiği meselesine işaret eder. Nitekim, internetin bir hak olarak kabul edilmesi, hükümetlerin vatandaşlarına bu erişimi sağlama konusunda pozitif bir yükümlülüğü olduğu yönünde yaygın bir kanaat oluşturur (La Rue, 2011: 16-17). İfade özgürlüğünün en temel unsurundan biri, bilgiye erişim hakkıdır. Bireylerin internete erişimini sağlamak için, devletlerin, bireylere gerekli araçları sağlama gibi pozitif bir sorumluluğu yoktur. İnternete erişim, bir hak olarak nitelendirilse dahi, devletin internete erişmede pozitif sorumluluğunun olmadığının altının çizilmesi gerekir.
Günümüzde, sosyal medya platformları, bireylerin bilgi edinme sürecinde kullandığı temel araçlardır. Bu araçlara yönelik her türlü kısıtlama, bireylerin bilgiye erişme özgürlüğüne zarar verecektir.
Kitabı satın almak için;
İfade Özgürlüğü ve Sosyal Medya