Sosyalist Toplulukların Siyasî Anayasası

Ludwig von Mises, Sosyalizm; İktisadî ve Sosyolojik Bir Tahlil, ss. 74.

Proletarya diktatörlüğünün ötesinde cennet, yani “bireylerin çok yönlü gelişimiyle birlikte üretim güçlerinin de artmış ve bütün sosyal refah kaynaklarının çok daha hür bir şekilde hareket etmiş olacağı komünist toplumun daha yüksek bir aşaması” bulunmaktadır. Vaat edilen bu toprakta “baskı yapmak için hiçbir şey; özel bir baskıcı gücünü, yani devleti, gerektirecek hiçbir şey varlığını devam ettirmeyecektir. ...İnsanların üzerinde hükûmet etmenin yerini şeylerin idaresi ve üretim süreçlerinin yönlendirilmesi alır”. Bir çağ, “yeni ve hür sosyal şartlar altında büyütülmüş, devletin bütün kerestesini/kıvır zıvırını ortadan kaldırabilecek bir neslin” içinde neşvünema bulmuş olacaktır. İşçi sınıfı, “insanların, tıpkı şartlar gibi, tamamıyla dönüştürüldüğü uzun mücadeleler, yani tarihî süreçlerin bütün aşamaları” sayesinde, ortadan kalmış olacaktır. Bunun içindir ki, Altın Çağ’da bir kez olduğu gibi toplum zorlama olmaksızın varolabilir. Bu bakımdan, Engels, ziyadesiyle güzel ve iyi olduğu için bu meseleyle çok fazla ilgilenmek zorundadır. Yalnız, çok önceden, Virgil, Ovid ve Tacitus’un eserlerinde çok daha iyi ve çok daha güzel bir şekilde ifade edildiğinde bütün bunları okumuştuk!

Aurea prima sara est aetas, quae vindice nullo,

sponte sua, sine lege fidem rectumque colebat.

Poena metusgue aberant, nee verba minantia fixo

aere legebantur.

(Eş zamanlı olarak doğruyu ve adaleti getiren ilk altın çağ açıldı; şeklî garantilerden oluşan hiçbir kanuna ihtiyaç duyulmadı. Ceza ve korku işitilmedi; zalim ve sınırlandırıcı kararnameler bronz tabletlerin üzerine oyulmadı.)

Bunların hepsi şundan kaynaklanıyor: Marksistler, sosyalist topluluğun siyasî anayasasıyla ilgili meselelerle ilgilenmek için bir gerekçeye sahip değillerdi. Bundan dolayı onlar, bu meseleler hakkında hiçbir şey söylemeyerek onların defedilemeyeceğini hiç anlamadılar. Yine, sosyalist toplulukta bile müştereken hareket etme ihtiyacı, müştereken nasıl hareket edileceği meselesini gündeme getirmek zorundadır. Genellikle, metafor olarak, topluluğun iradesi veya halkın iradesi şeklinde nitelendirilen şeyin nasıl şekilleneceğini belirlemek zorunlu olacaktır. İnsanlarla ilgili idarenin -yani bir insanın iradesinin diğerine boyun eğdirilmesinin- olmadığı malların idaresinin ve insanlar üzerinde hükûmet etmenin -yani bir insanın iradesinin diğerinin hâkimiyeti altına alınmasının- olmadığı verimli üretim süreçlerinin varolamayacağı hakikatine tepeden baksak bile; yine de malları kimlerin idare edeceğini ve üretim süreçlerini kimlerin yönlendireceğini sormalıyız. Bunun içindir ki, tekrar edersek, hukukî olarak düzenlenmiş sosyal topluluğun bütün siyasî meseleleri tarafından zihnimiz meşgûl edilir.

Sosyalist toplum idealini hayata geçirmeye yönelik bütün çabalar, çok âşikâr otoriter bir karaktere sahiptir. Firavunların, İnkaların imparatorluğunda ve Paraguayların Cizvit [1534’te Ignatius Loyola tarafından kurulan bir Katolik örgütü mensubu kimse, ç.n.] devletinde, demokrasi veya insanların çoğunluğunun kendi kaderini tayin etmesi düşüncesi bir şey ifade etmiyordu. Sosyalistlerin bütün eski türlerine ait ütopyalar, aynı ölçüde anti-demokratikti. Ne Plâton ne de Saint-Simon demokrattı. Tarihte veya sosyalist teorinin edebî tarihinde sosyalist toplum düzeni ile siyasî demokrasi arasındaki içsel bağı gösteren hiçbir şey bulunmaz.

Eğer daha yakından bakarsak, ancak geleceğin bilinmeyen anlarında kemâle erecek komünist toplumun daha üst aşaması idealinin, Marksistlerin de dediği gibi, tamamen anti-demokratik olduğunu görürüz. Burada sosyalist de, -bütün demokratik kurumların amacı olan- ebedî barışın hüküm sürmesini arzular. Ama sayesinde bu barışın elde edildiği araçlar, demokratlar tarafından kullanılan araçlardan oldukça farklıdır. Bu araç, idarecileri ve iktidar politikasını barışçıl bir şekilde değiştirme gücüne dayanmaz; aksine, sosyalist rejim, daimî hâle getirilir ve idareciler ve politikalar değiştirilemez. Liberallerin elde etmeye uğraştığı ilerleme barışı olmasa da, bu da barıştır, mezarlıktan müteşekkil bir barış. Bu, barışseverlerin barışı değil, pasifleştirenlerin, boyun eğme yoluyla barışı sağlamak isteyen şiddet yanlısı insanların barışıdır. Her diktatör bu türden barışı, mutlak hâkimiyeti tesis ederek sağlar ve onun hâkimiyeti devam ettirilebildiği sürece bu barış devam eder. Liberalizm, bütün bunların gösteriş olduğunu bilir. Bu yüzden liberalizm, insanın giderilemez değişim hasretinden dolayı onu tehdit eden tehlikelere karşı delil/tecrübe oluşturacak bir barışı tesis etmek için kendisini pekiştirir.

Kitabı satın almak için;

Sosyalizm; iktisadî ve Sosyolojik Bir Tahlil

Kapat